Pişmiş Armut

Konu aşk, sevgi, ilişki olunca "Armut piş ağzıma düş" arzusu içindeyiz... İstiyoruz ki biz hiç bir şey yapmadan herşey önümüze dizilsin, biz istediğimizi içinden seçiverelim... Ne zamandır hayat bu kadar kolaylaştıda benim haberim yok...

Mücadele etmekten kaçan, biraz uğraştık mı hemen sıkılan, bir kaç adım atmayı bile çok gören bir sürü insan ve hepsinin isteği dileklerinin gerçek olması. Sihirli lambadan çıkacak cini bekliyor sanki herkes oysa ne lamba ortalarda bir yerde, ne onu ovalamaya yeltenecek insanlar görünürde...

Bir kadın ya da adam çıksın karşımıza dünyamızı değiştirsin istiyoruz,. Mümkün mertebe gönlünün yettiğince bizi sevsin, saysın, gülümsetsin ve hiç ağlatmasın... Bunları yaparken de bizi tamamen olduğumuz gibi kabul etsin, hiç bir şeyi değiştirmeye çalışmasın, gerektiğinde özgür bıraksın, gerektiğinde sahiplensin, yeterince kıskansın, bazen hiç bir durumu hiç bir yerine sallamasın, bazen herşeyimizle ilgilensin... Sonra biz öyle duralım o bizi sevmeye devam etsin... Pardon ama adama birileri karşıdan "pışık" yapar hatta daha ağır hareketler çekmek isterde edebinden yapamaz, yapmak ister ama yapamaz...

Hayat kaçımıza bu kadar güzel bilmiyorum, hatta bana hiç o kadar güzel olmadı bundan eminim. Ben ilişkilerimin içinde hiç armudun fırından çıkmış haline denk gelmedim. Çabaladım hatta bazen o kadar çok çabaladım ki herşeyin arkasından tekrar dinlenmiş hissetmek yıllarımı aldı. Şimdi biriniz ordan deseki ama istemezmiydin herşeyi karşı tarafın yapmasını, tabi ister insan evladı, herşeyin ayağına geliyor olması durumu kimi tatmin etmez ki.

Fakat tatmin olursunuz olmasınada insan hiç çaba sarfetmediği, hiç uğraşmadığı, hiç çabalamadığı bir şeyi ne kadar yanında, hayatında, olması gerektiği yerde ister işte burası kocaman bir soru işareti... Yıllarca çaba sarfederek kazandığımız bir çok şeyin değerini çok iyi bilirken, birden bir yerden piyango gibi gelen şeyin değerini ne kadar biliriz bunu bir kendimize sormalıyız...

Biraz çabalamak lazım sahip olmak istediklerimiz için, hele konu hayatındaki insansan birazı geçmeli bu çaba, mutlu olmak istediğimiz için mutlu etmeyi becermeliyiz, sizin mutlu ettiğiniz, mutlu etmek için çaba sarfettiğinizin mutluluğu bile yeterince tatmin eder çünkü insanı...

Dinlediğimiz masallarda, efsanelerde olduğu gibi dağları delin, gözleriniz dağlı çöllerde gezin demiyorum, değer bilin, bir kaç adım atın, yüzünde gülümsemeyi gördüğünüzde hesapsız gülümseyin diyorum... Ama evet biliyorum Aşk gerekirse dağlarıda delecek kudreti bulmaktır içinde. Ve şimdi siz eğer ona doğru bir adım bile atacak hissi bulamıyorsanız içinizde o hayatınızın bir köşesinde duran insanı gönderin derim, gönderin çünkü aşık falan değilsiniz, gönderin ki o kendine aşık olanını bulup mutlu olsun... Zorla güzellik olmayacağı gibi o güzellik biraz çaba sarfetmeden de olmuyor bence...

Seda Mete

Konuşa-bilemiyoruz!

Ne çok konuşmuyoruz, hiç birimiz içimizdekileri dillendirmiyor, dillendiremedikçede anlaşılamıyoruz. Neden diye sorsanız buna kimsenin akıl içeren bir cevap vereceğini zannetmiyorum, sanki yasaklı bir şey gibi konuşmak, fikirlerini beyan etmek, içindekileri söylemek. Herkesin aslında söyleyecek o kadar çok şeyi var ki, birine dokunsan bin ahh kesin işitirsin ama kimse "ahh" larını sormadan ortayada dökmez.

Aslında ancak konuşulursa çözülebilecek bir sürü problemimiz var. İkili ilişkiler dialog eksikliklerinden bir sabun gibi eriyip gidiyor, arkadaş ilişkilerimizde aslında nerdeyse kimse gerçek düşüncelerimizi bilmiyor, hep etrafımızdakilerin, çevremizin söylediklerini ya bir kafa hareketiyle ya bir tek "evet" kelimesi ile onaylayıp devam ediyoruz.

Ben konuşamamamızın sebebi olarak bir tek şey görüyorum. Bir çok konuda olduğu gibi bastırılıyoruz, bastırılmaya izin veriyoruz, hissettiklerimizi söylersek dışlanmaktan korkuyoruz. Dışlanmak bizin en büyük korkularımızdan biri, herkes, herkesle aynı şeyi düşünüyormuş gibi yapıyor, bunu yaptıkça konuşacak birşeyde kalmıyor. İki cümlede tükeniyor söyleyeceklerimiz, söyleyeceklerimizi bile başkaları belirliyor.

Karşılıklı doğru düzgün sohbetler yapabildiğimiz, derdimizi sıkılmadan, kasılmadan, bastırılmadan anlatabildiğimiz, kendimizi kendimiz gibi ifade edebildiğimiz günler gelir mi bilmiyorum ama ben bir umut o günleri bekliyorum.

Seda Mete

Özüm'e

Özüm, içim, dışım, kuzum, doğmamış prensesim, ne çok hayalim var seninle ilgili, mis kokunu içime çekmek, saçlarının okşamak, seni uyurken uzun uzun seyretmek gibi...

Şimdi sana sahip olma şansından giderek uzaklaşıyorum, ilk başlarda kendi koyduğum engelleri şimdi neredeyse aşmak imkansız, bir yandan buralara gelmediğin ve belkide hiç gelemeyeceğin için rahatım, hayat zor be kuzum...

Sana masallar anlatmak, seni pamuklara sarmak, cennet kokunu doya doya içime çekmek, gözümün önünde nasıl hızlı adımlar atarak büyüdüğünü seyretmeyi nasılda çok istiyorum.. Her gözlerinin içine baktığımda beni karşılıksız seven birinin varlığını bilmek nasılda mucizevi olurdu...

Nasılda muhtacım aslında varlığına, beni hayatta tutabilecek o küçücük ellerine, beni koruyabilecek varlığına... Sesine, soluğuna, ağlamana, gülmene nede çok ihtiyacım var... Belki bir gün diyorum bir mucize olur, belki diyorum sen oralarda bir yerlerde bizim için nefes almayı bekliyorsundur... Belki hayat aslında o kadar acımasız değildir, belki benim için biçilen bedel bu kadar ağır değildir...

Sen benim büyümemiş, büyüyememiş meyvem, hayat ışığım, gökkuşağımın en göz alıcı rengi, nede çok istiyorum bu hali belli olmayan yolda elinden tutmayı, gücün olmayı gücüm olmanı...

tabi bilesin, bekle beni, sen gelemesende elbet ben senin yanına geleceğim..

Seni Seviyorum doğmamış prensesim...

Seda Mete



Gel Abla Gel AŞK 3 Lira!

Ben aşkı yazmayı beceriyorum ama yaşamayı beceremiyorum, evet evet o beceriksiz benim…

Diyorlar ki bana ağırdan sat kendini, ağırdan bile olsa satılacak bir şey miyim ki ben, aşkım karşı tarafa pazarlanacak bir şey mi?

Hayatta en başarısız olduğum şeylerden biridir zaten duygularımı gizleyebilmek, bunu konu ne aşk olduğunda, ne kızgınlık olduğunda, ne kırgınlık olduğunda, anlayacağınız hissettiğim hiçbir şeyi gizlemeyi becerebilmiş biri değilim ben…

Ama konu aşk mertebesine ulaştığında ne hissettiysem tamamen o oluyorum, yani birazda olsa rol kesemiyorum, içimde ki her şeyi ama öyle başkaları gibi “söyle gitsinler” ile değil, yapamayacaklarımı dilime dolayarak değil, gerçekten hissederek, gerçekten ortaya koyarak yaşıyorum... Ve işte çevremden en çok bu konuda fırça yiyorum, diyorlar ki “ağır ol”, “duygularını belli etme”, “o söylesin sen dinle, konuşma”, “elini tutması için bile süründür”, “aman sakın ha sevişme”… Onu yapma, bunu etme, söyle söyleme derken işte bana gelenler geliyor ve içimdeki kedi tırnaklarını çıkarıp karşı tarafa saldırıya geçiyor…

Şimdi ben bana bu söylenenlerin hepsini karşımda aşkından delirdiğim adam dururken yapacağım öyle mi? Göstereceğim ama elletmeyeceğim öyle mi? Ağzıma, elime, koluma hatta gönlüme kelepçe vuracağım öyle mi? Ve tüm bunların karşılığında karşımdaki adamı gerçekten elde edeceğim. Peki tüm bunların sonunda ben nasıl ben gibi hissedeceğim, o karşımda ki adam beni nasıl tanıyacak, sonradan gerçek ben olunca şöyle bir uzaklaşıp baktığında gördüğü şeyi yadırgamayacak mı?

Tüm bunları düşünürken, hatta dillendirirken karşımdaki ses diyor ki, “bak ancak mutlu sona böyle ulaşabilirsin”… Mutlu son? Nedir o mutlu son? İşte o mutlu sonun adı “evlilik” mutlu ama son olan bir şey o, neden son, neye son işte burada bende film kopuyor, kafamda ki soruların yerine değil tam yanına oturuyor bu sorular, çık Seda işin içinden çıkabilirsen.. Mutlu bir evlilik için pardon mutlu bir son için karşımda ki adama hissettiklerimi belli etmemem yani ben olmamam gerekiyor öyle mi?

“ Yerim ben böyle sonu” diye parlıyor içimdeki kadın!!!

Ama Seda ama diye devam ediyor karşımdaki ses ama ne fayda Seda orda kayışı koparıyor!

Şimdi gelelim sadede, ben aşkımı hiç ağırdan ya da hafiften satılacak bir şey gibi görmedim, ne kendimi ne hissettiklerimi karşı tarafa oyunlar ile sunmadım. Bu güne kadar çok incindim, hatta bilmeden yanlış anlaşıldım belki de ama yaşadıklarımın da hissettiklerimin de hep arkasında durdum… Sevdiysem sevdim, bittiysem bitti…

İşte aslında tek isteğim, bir gün gözlerimi en derin uyku için kaparken Seda’ya aferin diyebilmek, ne hissettiyse onu yaşadığı için, oyunlar ile kendini yormadığı için, aşkı da acıyı da paşalar gibi yaşabildiği için, belki o Seda “mutlu son” a ulaşamayacak ama yine de mutlu ölecek zamanı geldiğinde…

Benim gibi yapın demiyorum ama elimde değil aşka, duygulara, oyun karıştıranlardan da pek haz edemiyorum, çünkü biliyorum ki hayat en güzel kendin olduğunda yaşanıyor…

Ve biliyor musunuz konu aşk değil ne olursa olsun, başkası gibi olmaya çalışmaktan daha kolaydır kendin olmak!

Seda Mete

Vajina Kavgaları

Bundan böyle dışarı çıkarken yüzüme değil, vajinama makyaj yapacağım… Çünkü ne kıymetli bir şeyse kendileri; benden, düşüncelerimden, hislerimden, kaşımdan, gözümden daha fazla ilgi ve itibar görüyor. Zannedersin hazine saklı dibinde, ne varsa artık onda herkes önce onu merakta. Ne kadar akıllıymışsın, ne kadar güzelmişsin, ne kadar ağzın laf yapıyor, hayatın neresindesin hiçbir önemi yok, önemli olan iki bacağının mesafesi ne kadar sürede açılacak, yatağa giden yolda ne kadar zorlayacaksın şartları.

İlk sınandığın yer bu garip ilişkiler silsilesi işte, kadın olmanın ağırlığı daha ilk günde dikiliyor karşımıza, hem korunaklı olman lazım hem gerektiğinde korunaksız, hem bir gizem kutusu olmalısın hem gerektiğinde alabildiğine açık seçik, hatta öyle her yerini göstermemelisin ama dekolte vermezsen de olmaz. Gerektiğinde bir porno yıldızı kıvamında, gerektiğinde el pençe divan durmayı bilmen gereklidir.

Ailelerimizin, ebeveynlerimizin “aman kızım sakın!” baskıları bir yandan, bir yandan sevgililerimizin “ama öpmezsem olmaz ki”, “bir kereden bir şey olmaz ki” naraları, bir yandan toplumun o dayanılmaz baskıları eşliğinde büyümek öyle çokta kolay olmadı hiçbirimiz için… Kadın denilen varlığa öğretilenler ile ondan istenenlerin arasında ki uçurum, bizi zamanla anlaşılması güç, içinde farklı karakterler barındıran varlıklar haline getirdi sanırım… İşte tam burada ufacık bir örnek vereyim size, kaçınızın kulağına fısıldanmadı şu yazacaklarım, “evde ev hanımı, yatakta fahişe, dışarıda hanımefendi olmalısın”, af buyurunda kadın nasıl çarpışmasın bu durumda kendi içinde, bu durum karşısında bir süre sonra nasıl karışmasın hayatlarımız birbirine.

Kadın bir yandan kendi hormonları ile bir yandan bilinçaltına üstüne her yerine yerleşmiş yargıları ile bir yandan sağdan soldan gelen istekler ile hayatı bir yerinden tutmaya çalışıp, karşı cinsle ilişkilerini ayakta tutmak için yırtınır deyim yerinde ise. Gün gelir ya düzenli bir ilişkinin içinde bulur kendini ya da artık çoluk çocuğa karışma vakti gelir ve başka anlaşmazlıklar dikilir karşısına.

Kadın iş yerinde erkeklerle boğuşacak kadar cevval, annelik görevlerini yerine getirirken hassasiyetin dibine vuracak kadar yufka yürekli, hayat arkadaşına karşı dünyanın en seksi kadını, mutfaktaki hüneri aşçılarla yarışacak kadar iyi, arkadaşları için 4 kulağa sahipmiş gibi iyi bir dinleyici, şifreli kasaymış gibi iyi bir sırdaş olmalıdır… Bütün bunları yaparken cilt bakımını, manikürü, pedikürü, ağdayı unutmamalıdır, dip boyası gelmeden olaya müdahale etmeli, hayat arkadaşı sıkılmasın başka kadınların koynuna yılan gibi süzülmesin diye değişiklikler yakalamalı fanteziler üretmelidir ve tüm bunları yaparken yorulmamalı, hayıflanmamalı, söylenmemeli ve dik durmalıdır… Bu karmaşanın içinde hepimiz bilmez miyiz bir süre sonra hayatımızda ki adama çocuğumuz gibi davrandığımızı ya da kız arkadaşlarımıza bile hayat arkadaşımıza yaptığımız gibi kapris yaptığımızı ki bunlar en küçük çarpışmalarımızdır.

Sonuç olarak, benim tüm bu yazarken yorulduklarımın içinde, vajinamızı sakınma çabaları, aşkımızı koruma harekatları, ailemizi koruma iç güdüleri ile biz kadınlığımızdan çekiyoruz, kadınlığımız bizden…

Seda Mete

Delgeç...

O boğazına oturan yumruyu tanıyorum ben! Konuşmak isteyip hiçbir şey anlatamamak ne demek biliyorum ya da anlatmaya başladığın anda nasıl karışır gözyaşların hıçkırıklarına bilirim. Nefesin kesilir, sana hayat veren nefesini kesmeyi başarmıştır o şaşkınlık duygusunu da çok iyi bilirim.

Aşk acısından akmış rimelleri temizlemeye yetmez mendiller, yastığın hep ıslaktır, o ıslaklık suratını her yaladığında hiç üşümediği kadar üşür insanın içi, surat yastığa bir gömülür dayanabildiği yere kadar nefessiz bırakılır tüm organlar, insan orda ölmek ister ama yapamaz, bırakamaz, gidemez, bir gözü hep arkadadır çünkü. Mesela yorgan kafaya kadar çekildikten sonra, sessizliği bozanın sadece hıçkırıklar olduğunu, insanın kulağının nasıl slow şarkılara gittiğini ve onları dinledikçe nasıl iç geçirdiğini de bilirim arkadaşım.

Delirip delirip “başka birinin koynuna giricem, unutucam seni” naraları nasıl atılır, hatta başka birinin teninin tuzu nasıl yaraya pansuman edilmeye çalışılırda, gel gör ki başka birinin teni iyileştirmez içindeki yarayı ve sen bunun farkına vardığında nasılda daha çok zonklar yara bilirim.

“O seni hak etmiyordu zaten” diyen arkadaşların suratına bir şamar indirmek isterken ancak kafanı sallayıp susmak nedir çok iyi bilirim. İnsanın parmağını kaldırmaya, karşısındakine derdine anlatmayı dermanı nasıl olmaz, hatta ona olan aşkını anlatacak kelimeleri nasıl bulamaz, nasıl taşar içi çok iyi bilirim.

Kadehlerin birbirini kovaladığı akşamların oldu ki o masalların dili olsa sende bende yanarız arkadaşım, ikimizde biliriz bir adam rakı masasına nasıl meze yapılır. Ne ağır aksak laflar çıkar insanın dudaklarının arasından, nasıl dökülür can acıtıcı kelimeler peşi sıra. İnsan konuşurken de, susarken de en çok kendine eder be arkadaşım hiç bilmez miyim?

Birde kahve fallarının açıldığı, karşındakinin dudaklarının arasından çıkacak bir umudu yakalamaya hazır hallerimizin olduğu masalar vardır, şimdi söyleyince bu halimiz komik geliyor ama o zaman ne can acıtıcıydı dimi arkadaşım.

Otobüslerde, oturduğun mekanlarda, yolda yürürken alakasız adamları ona benzetip yüreğinin nasıl ağzına geldiğini, hatta bir ihtimal onunla karşılaşırım diye parmağını kımıldatmaya halin yokken süslenip püslenen kadını tanırım ben.

Arkadaş sohbetlerinde “Aman bana adam mı yok”, “nesini sevmişim ki ben onun”, aklıma hiç gelmiyor biliyor musun” gibi cümlelerin nasıl peşi sıra sıralandığını, karşındakinden çok kendini kandırma eğilimini nasıl yaşadığını ve bu kandırma eğilimlerinin hemen sonrasından, insan bir başına kalınca, nasılda aklı sadece ona kayar çok iyi bilirim.

Bir sen değilsin işte bunları yaşayan arkadaşım, o dengesizlikler içinde bir sen sürüklenmiyorsun o köşeden o köşeye. Giden gerçekten gittiğini zannediyor, sende kalandan tamamen habersiz, hayatına kaldığı yerden devam ediyor hem de hiçbir şey olmamış gibi ve senin yaptığın tek şey tüm hayatına mola vermek oluyor, acı gelip seni senden etsin diye.

Ama dediğim gibi yalnız değilsin arkadaşım bunu bil! Senin gibi bende yandım yandım kavruldum bu acı ile!

Çünkü AŞK bu arkadaşım nasıl mutlu edeceğini bildiği gibi, acıyı da biliyor ezbere...

Seda Mete

Kırmızı Kemerim Olmadan Asla

Hey millet;

Kadın var ya kadın sevişiyor, öpüşüyor, koklaşıyor ama sevişmiyor, öpüşmüyor, koklaşmıyor gibi yapıyor. O kadar ki; bizler çoğu zaman bırakın bir erkeği arzuladığımızı ya da seviştiğimizi çevremize itiraf edebilmeyi utanmasak seviştiğimizi kendimize bile itiraf etmeyeceğiz.

Nerdeyse çoğumuz, devlet onayının olmadığı her sevişmemizin ardından kendimizi alıp yerden yere vuracak hale geliyoruz. Bizim için sevişmeye karar vermemiz ayrı dert, sevişmemiz ayrı dert. Erkek sevişmenin arkasından yaktığı keyif sigarasını içine çekerken, kadın çoğu zaman aynı sigaraya dert sigarası haline getiriyor.

Peki, kadın ne düşünüyor dersiniz o sırada ya da soruyu şöyle sormak gerekiyor, kadın ne düşünmüyor o sırada. Erkeğin onu kolay kadın bulduğuna hüküm getiriyor, erkeğin onu bir daha görmek istemeyeceğine karar veriyor, kendini basit ve sıradan bir kadın gibi hissediyor, utanmasa ağlayacak hale geliyor hatta. Kendinin bir insan olduğunu, erkek gibi onunda hormonları olduğunu, karşı cinsin arzulamanın gayet insani olduğunu, kadın ve erkeğin dünyaya geliş sebeplerinden birinin sevişmek ve üremek için olduğunu, bu saydıklarımın hepsini unutuyor ve kendini dünyanın en kötü suçlarından birini işlemiş bir varlık gibi hissetmeye başlıyor.

Peki neden;

Çünkü bizlere, belinde kırmızı kemeri ile beyaz gelinliği giydiği ve devletten sevişme onayı aldığı günün gecesinde sevişebileceğimiz, bir erkeği ancak o zaman arzulayabileceğimiz dayatılıyor. O günün öncesinde yaptığımız her sevişme hanemize eksi not olarak yazılıyor.

Çünkü erkek dokunduğu her tenle övünebilirken, hatta bazı çevrelerce sırf bu konu yüzünde eller üzerinde tutulurken, kadının sevişmesi erkeğe göre tamamen ters orantılı olarak kadının yerin dibine sokulmasına, isminin tam önüne hiç istemeyeceği, dillendirmeyeceği sıfatlar gelmesine sebep olabiliyor.

Çünkü erkeğin beraber olduğu kadın sayısının artmasının, onun sağlam erkek olduğunu gösterdiğine ama kadının beraber olduğu erkek sayısının artmasının onun şahsiyetsiz olduğu gösterdiğine inanan bir toplumda yaşıyoruz.

Daha bir sürü sebep ve sonuç ilişki içinde, kadın ve erkek sevişmek yerine genellikle önce savaşıyor, karar verip sevişebilirlerse onu da yarım yamalak yaşıyor, kafalarının içinde birbirleri için hükümler veriyor ve çoğu zaman sevişmenin, birbirine dokunmanın, bir olmanın tadına asla tam olarak varamıyorlar.

Sonuç olarak erkek sigarasını içiyor, kadın vicdan azabını çekiyor, bir masal daha böyle orgazmdan uzak yarım kalıyor.

Seda Mete

AŞK Hali! Belkide Vazgeçiş Hali!


Bir serüvendir aşk, ne zaman ne taraftan ne geleceğini bilmediğiniz bir yolculukta olmaktır, heyecan ve sürprizlerle dolu bir serüvendir. Bir aşka düşmek, bir kadınla hayatı paylaşmaya başlamak böyle bir şeydir işte, karşı cinsle ilişkisinde kendi sınırlarını bile belirleyemez kadın. Bir dua gibidir, sen okursun ve o dilediğini gerçekleştirir.

Her zaman ancak gerektiği kadarını veren erkeğe karşılık kadın her şeyini vermeye hazırdır "erkeğim" dediğine! Kadın, aşk girince bünyesine başka bir şekle bürünür, kendini bile tanımlayamaz çoğu zaman hallerini, derinleşir bazen, kendi derinliklerinde kaybolur hatta. Anlaşılmayı bekler, imalarının çözümlenebilmesini, gizli şifrelerinin tanımlanabilmesini bekler. Derinlikleri ile yaşayan kadına sadece kelimeleri ile cevap vermek isteyen erkeğin işi de burada zorlaşır işte, çünkü erkek yaşar gider hayatı, hatırlamaz çoğu zaman geçtiği yolları kadın ise anlamlı cümlelerin altını çizer elindeki renkli kalemleri ile ve geçtiği yolları asla unutmaz...

Aynı yollarda yürümek, aynı kitapları okumak, aynı kahveyi yudumlamak, aynı kadehten sarhoş olmak yetersizdir kadınla erkeği bir arada tutmak için, çünkü kadın unutmaz, unutmadığı gibi, her sayfayı biriktirir içinde en çokta renkli kalemleri ile altını çizdiklerini biriktirir... hayatı biriktirir kadın kendi içinde tuttuğu günlüklerde ve bir gün o günlükler hiç tozlanmayan raflardan indirilebilir o zaman toz duman olabilir her yer ve sahip olduklarından bir anda vazgeçebilir.

Dili o kadar keskinleşir ki en çok kendi canını yakar bu sırada, kadın hem kendinin hem erkeğinin fırtınası, sağanağı, kasırgası olur, erkeğin bile dillendiremediklerini bir seferde dillendirir. Aslında kadın bu kasırgadan önce erkeğinin uyandırmak için her şeyi yapmıştır ama her seferinde kelimeleri, renkleri, aşkı, deliliği erkeğin kurşun geçirmez bedeninden sekip onu yaralamıştır.

Oysa sevgisini bile yeterince dile getirmekten sakınan erkeğe karşılık kadın sadece "AŞK" bekler erkeğinden. İçinde delice bir aşk varken delice bir aşkla, tutkuyla sevilmeyi bekler. Ve kadında erkekte göze aldıkları kadardırlar aslında, hayatını hesaplayarak yaşayan erkeğe karşılık kadın hayatına bir sürü umut ekip, erkeğine bin bir bahçeden topladığı aşkını sunar. Ancak anlaşılmayan aşkına karşılık en sonunda şarkıda ki gibi,

Kim bilir kim olduk
Bile bile göre göre
Sustuklarımız kaçtıklarımız ne ?
Düşündürmeden durmayan
Uyku zaten uyutmayan
Dilde kelamsız tende selamsız
Bu halimiz ne ?

...zamanları başlar! Ve son olarak sanırım bir gün herkes ancak kendi haddine, haline, aşkına, hayatına düşeni yaşar...!!!

Seda Mete

Biri Kadın Diğeri Erkek

Bütün kadınların derdi ortak, ERKEKLER!


Onlar bizim kadar dert etmiyorlar hayatlarında ki yerlerimizi, onlar yaşıyorlar önlerine geleni, yaşıyorlar ve devam ediyorlar.

Biz ya biz! Ah biz kadınlar her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeyi seven varlıklar, başlıyoruz her şeyi deşmeye, deştikçe altından olmadık şeyler çıkartıyor hayatı hem karşımızda ki adama hem kendimize zehir ediyoruz zaman zaman.

O kadar çok soru var ki kafamızın içinde o sorulara cevap bulmaya çalışırken keyifle geçirilecek bir günü, bir ayı, yılları zehir edebiliyoruz. En çok karşımızda ki adamın vurdumduymazlığına deli oluyor, beni düşünmüyor, beni sevmiyor, beni kullanıyor düşüncelerine saplanıyoruz. Sonra bir bakıyoruz saplantılı, delik deşik bir ruha sahip ve karşısındakinin kaçmak için bir sürü yol denediği bir kadın haline gelmişiz.

Yakın zamana kadar aynı halde olduğum için bu kadar açık yazıyorum bunları, yakın zamana kadar içimdeki soru işaretleri ile onunla geçireceğim bir iki saati kendime cehennem haline getirmeyi başardığımdan. Ondan ayrı olduğum zamanlarda ondan haber alamadığım her dakikayı sinir krizi eşiğinde geçirdiğimden yazıyorum, yazıyorum işte hem kendimi rahatlatmak hem sizinle dertleşip ortak noktada biraz rahatlamak için.

Erkekler sorulara gelemiyorlar, biz soru sormaya bayılıyoruz. Erkekler gözyaşlarından hiç haz etmiyorlar biz istediğimizi yaptırmak için ağlamayı seçiyoruz. Erkekler işlerine daldıklarında gözleri hiçbir şeyi görmüyor, biz işimizi gücümüzü bölüp onu düşünmeye ve anlatmaya bayılıyoruz. Erkekler farklı biz farklıyız, ortak bir payda bulup buluşuyoruz sonra o ortaklığı batırmak için elimizden geleni yapıyoruz.

Tabi ki hep onlar desin biz yapalım demiyorum, o kadar abartacak bir kadın değilim ama yine de madem erkeklerin o düz hatta dümdüz halini biliyoruz, madem bunu tecrübe etmiş hatta o hallerini kitap gibi okumuş yalamış yutmuşuz neden hep aynı şeyi takılıp kalıyoruz.

Bence bırakmalı biraz, su akmalı yolunu bulmalı, sorularımızla yorulmaktansa yaşamayı, keyifle devam etmeyi seçmeliyiz, tabi arada kavgalar, tartışmalar, atışmalar olmalı ama o kadar, hayatı hem ona hem kendimize zehir etmek yerine belki de biraz düz olmayı denemeliyiz.

Başarılar diliyorum ikili ilişkilerinizde ve biliyorum ne kadar yazsak ne kadar çizsek ne kadar evet düz olacağım bende desek de kadınız biz hem vücudumuzda hem ruhumuzda kıvrımlarımız var!

Sda

Bekleme Salonu!

Bekliyoruz, hep bir sürü beklenti içindeyiz. Bekliyoruz ki bizim için birileri bir şeyler yapsın diye, arkadaşlarımız bizim için bir şeyler yapsın, sevgilimiz bizim için bir şeyler yapsın, ailemiz bizim için bir şeyler yapsın ama aklımıza gelmeyen kendimiz için bir şeyler yapmamız gerektiği. Hatta kendimize yaptığımız her hangi bir iyiliğin ya da kötülüğün başka biri tarafından bize yapılamayacağı gerçeğini sürekli unutuyoruz.


Etrafımda böyle bekleyip duran insanlar var benim. O insanlar sürekli bir şeyler beklemekteler ama beklentileri hep başkaları üzerine kurulu. Mutlu edilmeyi bekliyorlar, mutlu olmak için hiçbir şey yapmadan, aşık olmayı bekliyorlar, yüreklerinden güzel şeyler geçen insana bir adım bile atmadan, yeni bir iş istiyorlar, bir tek iş başvurusu yapmadan, çocuk istiyorlar, sevişmeden…

Beklentilerinin aslında burunlarının dibinde olduklarının farkında değiller, beklentilerini gerçekleştirebilecek varlıkla her gün aynada karşılaştıklarının da öyle. Sadece bir otobüs durağında otobüs bekler gibi bekliyorlar hiçbir şey yapmadan, birde söyleniyorlar geç kalan otobüse söylendikleri gibi gelmeyen sevgiliye, iyi kazancı olan bir işin onu bulmamasına, iyi arkadaşları olmamasına, söylendikçe daha da karamsarlaşıyor, kapanıyor, kapandıkça daha da uzaklaşıyorlar isteklerinden.

Bildiğin bir karabasan haline geliyor böyle durumlarda hayat. Hayat zaten içinden çıkılması zor bir bulmacayken fark ediyorum ki biz daha da zorlaştırıyoruz her şeyi tamda böyle davranırken. Beklerken, somurturken, öylece dururken, parmağımızı kımıldatmazken daha da zorlaşıyor aslında tembellik yaparken kolaylaştığını zannettiğiz hayat.

Bence hazır yazda geliyorken ki tamam yağmurlar durmamış olabilir ama elbet duracaklar, elbet serin esintiler geçecek güneş tenimizi ısıtacak daha enerjik olacağımız o zamanlarda beklemeyi bırakıp harekete geçmek lazım.

Bir adım atmak lazım o yakışıklı adama doğru, birkaç kariyer sitesini kurcalamak, belki bir kursa yazılmak hatta spora gitmek lazım, kimse kusura bakmasın beklemekle ve istemekle ancak birazı oluyor işlerin, gökten 3 elma düşmüyor artık, elmalar gidip satın alınıyor.

Sda

Meraklı Melahatleriz Hepimiz!

Meraklı bir adım gerekir bazen hayatın başka bir dalına tutunmak için, o dalda açan çiçekleri tanımak için ama bu adım ya da bu tanıma hali bazen sizi hiç istemediğiniz ya da hiç tanımadığınız duyguların içine sürükleyebilir.

Hayat asla dibini göremiyeceğimiz bir kuyu gibi aslında, öyle bir kuyuki ne tam aydınlık ne tam karanlık, öyle bir kuyu ki derine indikçe yüzeye çıkmak istediğiniz ama bir yandan daha derine inmeye merak saldığınız ve meraklandıkça derinleşip bazen o kuyuda değil kendi içinizde kaybolduğunuz.

İnsan hep hayata karşı meraklarına yeniliyor. Merak insanın kendi kendini yaktığı en ciddi cehennemi olabiliyor hatta, meraktan dinlenen insanlar, meraktan yaşanılan insanlar, meraktan hayatına girilen insanlar hatta sanırım insanlar merak ile başlayan serüvenlerinde dahil olmaya başlıyorlar birbirlerinin hayatlarına.

Yaşanılacak her hangi bir duygunun merakı ile sarmalandığımız insanlar var, meraktan dedikodu denilen laf abazalığının içine düştüğümüz anlar, meraktan baktırdığımız fallar o falları baktırırken hiç çekinmeden savurduğumuz paralar... Ordan oraya atladığımız, o daldan o dala konmamızın sebebi olan, her hangi bir durumda ani kararlar verdirebilen, adrenalin salgılatabilen, güldürebilen, ağlatabilen meraklarımız var. Genel olarak bakıldığında ise meraklarımız bizi yeniyor biz onların peşine takılıp hayatın içinde sürükleniyoruz.

Anne, merak ediyor çocuğunu, çocuğunun okulunu, okuldaki durumunu, okulda ki arkadaşlarını, hayatını, ondan bir şey gizleyip gizlemediğini... O sırada çocuk merak ediyor dışarda ki hayatı, yan sınıftaki güzel kızı, sigara içmenin nasıl birşey olduğunu, sarhoş olmak duygusunu, yasak olan yasak olabilecek herşeyi... Kadın merak ediyor adamı, adamın işini, yatakta ki performansını, onu gerçekten sevip sevemeyeceğini, cüzdanının doluluğunu... Erkek merak ediyor kadını, kadının sevişmek için ne kadar nazlanacağını, iyi yemek yapıp yapmadığını, yok bir şey demesinin arkasında ki imaları...

Anlayacağınız herkes birşeylerin merakıyla başlıyor hayata, hayat devam ettikçe merak azalmak bir yana artıyor hatta, merak bazen bizi hayata bağlıyor  bazen hayattan soğutuyor hatta fazla merak mazallah insanı canından edebiliyor. Tüm bunlara bakılıncada merak insanoğlunu hayata bağlayan şah damarlarından biri gibi durmuyor mu sizcede? Bu durumda da farkettiyseniz, merak nereye insan oraya.

Bu durum karşısında son olarak yazar der ki; aman yanlış yolların, yanlış tatların, yanlış dokuların ve yanlış tenlerin merakına düşmeyi verin, düşerseniz de az hasarla kurtulun inşallah!

Sda





İçimize Kaçtı!

İç sesim içime kaçtı resmen, uzun zamandır çıkmıyor sesi soluğu, korktu sanırım çevremde olanlardan, benim yaşadıklarımdan, dünya halinden, her kafadan ayrı ayrı çıkan seslerden. Çokta uzun zaman olmadı içgüdülerimi, iç sesimi kaybetmeye başlayalı, birkaç sene öncesine kadar kendini dinleyen, kendine güvenen, gözünü karartabilen, içinden geldiği gibi davranabilen bir varlıktım ben. Hala bir yanım arada gözünü karartabilse de, içinden geleni içinden geldiği gibi ortaya koyabilse de çok zaman kendimi çevreme, yaşadığım şehre, bulunduğum ortamlara ayak uydurmaya çalışırken buluyorum.

Ve bakıyorum şimdi biz yetişkiniz diye geçinenlere, hepimizin çok uzağına düştü çocukluk hayalleri, kendimizi dilediğimizce ifade edebilmek bir yana bir sürü farklı maske ile yaşıyoruz, ortamına göre ayak uyduruyor kendimizi olduğumuzun dışında sergiliyoruz çevremize. Yaşam birçoğumuzu eteğinden çekiştire çekiştire getiriyor buraya, sanki kulağımıza eğilip böyle yaşamazsan kabul göremezsin diyor biri.

Salıncakta sallanıyor halbuki hala içimizde ki çocuk, çılgınlıklar yapmak, kahkahalarla gülmek, eğlenmek, sevişmek hatta ara sıra delirmek istiyor fakat biz ona “uslu dur” diye uyarıyoruz her seferinde ve sonra oturuyoruz oturmakta olduğumuz yere. Hayat işte bu sırada kaçıp gidiyor avuçlarımızın arasından, istediklerini yapamamış hatta isteklerinin yanından geçememiş bireyler olarak toplumun her dediğine evet demiş oluyoruz sadece.

İşimizi, eşimizi, sevgilimizi, bulunacağımız ortamları, akşam iki duble içilecek mekanları bile bizim için başkaları seçiyor çoğu zaman, biz sadece ayak uyduruyoruz önümüze konana, bizden istenileni yapıyor, bize buyrulanı yaşıyoruz, sadece kendimizi değil içimizde ki çocuğu da böylece harcıyoruz.

Bir koşuşturmadır gidiyor, her sabah yeni bir yapılacaklar listemiz oluyor, her sabah zorla kalkılsa da yataktan kalkılıyor sevilmeyen işlerin iş başları yapılıyor, akşam zorunluluktan arkadaşlar ile görüşülüyor, zorunluluktan insan topluluklarının arasına katılıyor, sahte gülümsüyor, sahte davranıyor, maskelerimizin birini takıyor, birini çıkarıyoruz.

Mutlu muyuz peki tüm bunların sonucunda? Çocukları okula yetiştirirken, herkes yapıyor diye plates yaparken, herkesin okuduğu kitapları okuyup, herkesin tatil yaptığı yerlerde tatil yaparken, her gün bilgisayarın başında tabakhaneye yetişiyormuş gibi iş yetiştirmeye çalışırken, zorla suşi yemeye çalışırken mutlu muyuz? Bence mutlu falan değiliz, asık suratlı, çatık kaşlı, haz almaktan uzak, tutuk insanlar haline geldik sadece, toplum bize dediğini yaptırttı ama biz kendimize içten bir kahkahayı bile çok görür olduk. Tüm bunların sonucunda içimizde ki çocuk hala bakıyor masumca bir salıncakta sallanma hevesiyle, bence geç değil hem onu hem kendimizi mutlu etmek için, 1 2 3 diyince patlatın bir kahkaha ve başlasın filminiz sizin istediğiniz yerden.

Sda

Sen

Bakıyorsun,
Baktığın taraf benim tarafım değil,
Ben sana bakamıyorum bile,
Gözlerinin içine uzun uzun bakamıyor,
Bakamadıkça tutunacak bir dal bulamıyorum…

Sığınıyorum kendi içimde bir yerlere,
Her gece uyumadan önce sen geliyorsun,
Her gece rüyalarıma da giriyorsun,
Başka birini kucaklayan halin,
Bazen sınırlarını zorlayan bazen hiçbir şey yapmayan adam,
Rüyalarımın bile altından giriyor üstünden çıkıyorsun,
Yazık ediyorsun bana ettiğin gibi rüyalarımada..

Ben sana şiirler karalıyorum,
Karalıyorum kendimi,
İsmimin üstünü karalıyorum,
Hayatta ki duruşumu karalıyorum…
Gururumu ayaklarımın altında eziyorum,
Üzüm ezer gibi gururumdan şarap yapıyorum o şarap geceleri sarhoş ediyor beni…

Ben sana aşığım,
Sen aşık olunacak adam değilsin,
Sen kimseyi sevemezsin…
Senin yaraların pansuman,
Yara bandı, sargı, alçı kabul etmiyor,
Senin yaralarına sevgi bile işlemiyor…

Sen bakıyorsun,
Ben senin baktığın tarafa bakmaya çalışıyorum,
O taraf benim tarafım değil,
Ben sana bakıyorum, sen başka tarafa
Taraflarımızın içine içine küfür ediyorum
Küfürbazım ben, aşığım, alışkınım.
Ve sen sadece sensin oysa ki…

Sda

Uyanın!

“Uyanın!

Kimsenin gözleri dağlı sizin için çöllere düşeceği yok, Rapunzelin saçları şatodan sallandIramayacağı kadar kısa kesildi, hele dağları delecek kudrette değil hiç kimse, öpünce uyanılacak uykular uyumuyoruz artık hatta o kadar huzurlu uykular çok geçmişte kaldı…

Kimse kimse için son durak değil artık, herkes “daha iyisi var mıdır?” telaşında. Beklemeye, görmeye, hissetmeye, paylaşmaya zamanımız yok… Az hep daha az!

Bizim garip ön yargılarımız var. Ancak damlalıkla verilecek kadar duygularımız var, sevdasız, manasız fingirdeşmelerimiz var, bir gecede yaşanılacak ve tüketilecek kadar ancak aşklarımız.

Hatta aşk meşk yok!

Ertesi güne kalmasın diye yapılan her şey, zaten hapını bile buldular!

Bizim mucizelerimiz bile kendimiz kadar işte, vazgeçtiklerimiz kadar, hissettiğimiz kadar, yok ettiğimiz kadar, mucizeleriniz sizden fazlası olamaz unutmayın…!

Geciktirin elinizde ki her şeyi. Oynayın sahnelerinizde karşınızdaki ne kadarsa sizde onun kadar kalın, cümleleri yutun. Sevdalı cümleleriniz kadehlerinizi devirdiğinizde gırtlağınızdan aşağı insin anca, aman duymasın karşınızda ki, aman frende olsun ayağınız, sevda dediğin için yürekli olmak gerekir…

Uzatmayın, uzamasın mutluluklarınız, huzurunuz, aşkınız, biriktirmiyen aşklarınızı bir kalemle karalanacak kadar bile fast food yaşayın, bence siz uyanmayın, uyuyun derin uykularınızda!”


Çok kısa süre önce bir sinir harbi ile yazdığım bu yazıyı bugün olsa yine yazardım, öyle bir yerdeyiz ki, öyle bir neslin tüketilmişliğini yaşıyoruz ki, elimize geçen herşeyi bu bir insan bile olsa bir nefeste bitiriveriyoruz..

Oysa kaçımızın aklından kocaman Aşklar yaşamak geçiyor ama halimiz yok, vaktimiz yok, zamanımız yok, yok anam yok bizim hiç bir şeyimiz yok…

Siz uyumayın, uyanın ve yanınızda ki adama/kadına bakın ve onu neden sevdiğinizi hatırlayın ya da yanınızda biri yok ise nasıl güzel aşklar yaşadığınızı hatırlayın, hatırlayın ki yeni bir aşkı çağırın, kişileri değil hissettiklerinizi düşünün ve bırakın aşk sizi büyütsün, bırakın güç versin..

Çünkü hayat yanınızda sizi bakışları ile bile sevebilen biri olduğunda çok daha yaşanılası oluyor!

Sda

Domino Taşları

Gitmicem diyenlerin hepsi gitti, baraber aşıcaz diyenlerin hepsi ilk zorlukta arkalarına bakmayı bile unuttular kaçarken, ben oyun oynamam diyenleri hepsi en oyuncularmış mesela, kafalarının içinde aşktan değil oynaştan yanaymış birçok şeyleri ve bu durumda nasıl yaşanır Aşk bilmiyorum…

Siz yaşamı paylaşmayı isterken, paylaşamıcak kadar, anlamıcak kadar yüreksiz olanlar var. Onlar ki lafa geldi mi mangalda kül bırakmazlar, yanınızdaki birkaç günlük varlıklarını; en çok sağlam cümleler kurarak, sizi olmayan aşklarına ikna etmeye çalışarak harcarlar ve sizin inancınızı kazandıklarını anladıkları anda tüyerler, o iki kişilik zannettiğiniz sahneden. Bu bilinçaltı ya da bilincin tam üstüne denk gelen sebeplerden olabilir, kimileri sizinle korkularını yenmeye çalışmak için almıştır sizi hayatına, kimi kendine kaçan çiviyi çıkarmak için, kimi ki en acısı bu gidenin acısını senden ve diğerlerinden çıkarmak niyetine bürünmüştür. Sebep her ne olursa olsun geride kalan sizsinizdir.

Zaten korkarken aşktan, zaten kendi kendine savaş verirken içinde, kapıyı en büyük gülümseme ile tıklayan erkek/kadına şüphe ile yaklaşmak için elinden geleni yaparken onun ikna edici bakışları, delici gülümsemesi, inanılması güç aşk cümleleri, içinizi eriten dokunuşları ile kendi hayal dünyanızı tekrar inşa etmeye başlamışken, birden o hayal dünyası tam tepenize çöker ve siz o enkazın altında, dışardan gelen hiç bir ses olmadan, kimse elini uzatmadan uzunca bir süre beklersiniz, acı önce kalbinize, ordan beyninize, ordan tüm vücudunuza dağılır ve sonunda o enkazın altından ya hayata tekrar tutanacağım diyen ve ikinci hayatını kabul eden biri çıkar ya da aynı size yapıldığı gibi enkaz altında bırakılacak birilerini arayan ve çokda güzel bulan biri.

Yaralandıkça yaralamayı öğrenir insanoğlu, canı acıdıkça can acıtmayı öğrenir. Bazılarımızın dediğine göre gözü açılır insanoğlunun ancak ben buna hiç katılmam. Bence bu hale gelen insanın gönül gözü kapanmıştır. Aşkı oyun sayar malesef ve oyunu kurallarına göre oynamaya başlar kendince ve işte tam burda bozulur aşkın masumluğu.

İşte hal böyle olunca domino taşları gibi diziliyoruz aşkın önünde, biri diğerini deviriyor, bir diğeri diğerini, ayakta kalma şansımız çok az, ayağa kalkma şansımız ise gerçekten elini uzatmayı bilecek biri ile mümkün aslında.

Karşınıza cümleleri kadar yüreğide büyük insanların çıkmasını diliyor burda yazar işte hatta kendi için bile aynı dileği tekrarlıyor her gece.

Sda

Sadece Aşk!

Kaburgalarımın arasından aşk acısı sızarken yazıyorum bunları…

Bir gülümseme değiştirebilir hayatınızı, bir bakış, bir cümle. Aşk sorgulamaz, beklemez, dinlemez gelirken!

Aşk öyle tuhaf, öyle garip bir duygudur ki, hiç yapmam dediklerinizi yaptırıverirken, asla vazgeçmem dediklerinizden vazgeçirebilir insanı. Bazı aşk bünyeye sinsice sızar nerden gelmiş, nasıl olmuş anlamazsınız, bir bakarsınız bir okyanusta hiç korkmadan yüzüyorsunuz ya da bir bakış yeter hayatınızın alt üst olmasına birden geliverir kapınıza aşk sanki yüzyıllardır ordaymış hissini de yanında getiriverir.

Aşk, bazen sahip olacağınız en büyük güçken, bazen güçsüzlüğünüzün tek sebebi olabilir. Sizi alıp olmadık yerlere sürükleyebilir ama olduğunuz yere mıhlama ihtimali de muhtemeldir. En sakinimiz bir aslana dönüşürken elinde, en aslanımız süt dökmüş kedi oluverir. Nasıldır, nedendir, olmalı mıdır, olmamalı mıdır derken hepimizi bir kere yatağa düşürmüşlüğü vardır bu duygunun, gözyaşlarımızın suladığı kalplerimiz, gülümsememizin ısıttığı topraklar olmuştur sayesinde.

Masallara, şiirlere, efsanelere, şarkılara baktığımızda hep aşk yüklüdür, mükafattır bazen, bazen verilebilecek en büyük cezadır. Öyle ki insanoğlu uğruna gözünü karartıp cinayetler işlemiş, bir ülkenin geleceğini başka ellere teslim etmiş, çöllere düşmüş, dağlar delmiştir hatta… Karşılıklıdır bazen, karşılıksız kaldığıda olmuştur.

Bazen sende devam eden karşındakinde tükenip gider işte o zaman aşk olduğu toprağı yağmalamaya başlar… Nereye gitsen, yarana hangi tuzu bassan dindirmez acıyı, zaman üfleyemez yanık yaraya, aşk acısı aşkın en beter halidir… Gidenin arkasından yakılan ağıtlara ne dağ dayanır bazen ne başka bir insan ama aşk her gelişinde sanki ilk kez geliyormuş hissini hiç üşenmeden içine bir yere sokuverir…

Tövbelerin en büyüğü hep onun adınadır, en çok tükürdüğünü yalattırandır, duada ondandır bedduada, bazen kahrettirendir, bazen şükrettirendir…

Aşk diyorum! Aşk, insanoğlunun yüzyıllardır gerçekliğini defalarca sorguladığı tek duygudur.

Ve son olarak diliyorum ki kalbiniz istediğiniz ve hak ettiğiniz aşklar için çarpsın hep…

Sda