En Uzun Podyum Beyoğlu!


Uzun bir podyumun başından dalıyorum caddeye, caddenin başında Kızılkayalar, Burger King karşılıyor beni ve daha bir çok karnımı doyurmam lazım, tatlı tıkınmam lazım mekanları...

Uzun bir podyum burası, giyinen, giyinmeyen, şıkı, rüküşü, erkeği, kadını herkes burda, yarım kalıyor aklım bazen bu kalabalık karşısında...

Severim ben Beyoğlu'nu diyorum her buraya her ayağım vardığında istediğim yerde istediğim şeyi yapma lüksünü verir Beyoğlu bana, ister bilindik mekanlarda geçer günün, ister sokak arası kahvelerinde sohbetle, ister meyhanede rakı masası, ister barda elma votka eğlencesidir Beyoğlu...

Ama en önemlisi uzun bir podyumdur aslında Beyoğlu, kiminin kendini göstermek gibi bir niyeti yortur, tek derdi istediği gibi bir gün geçirmektir, kimi sadece kendini gösterebilmek için atmıştır kendini sokağa.

bense; seviyorum kahvemi içerken insanları izlemeyi, ne çok konu çıkıyor karalamam için bir bilseniz belki bir gün Beyoğlu Hikayeleri olarak çıkacaklar karşınıza bir kitapçı rafında belli mi olur?

Seviyorum Danışment Geçidinde ki Mustafa Abide kahve içmeyi, Ara Cafe'de Çökertme Kebabı yemeyi, Çukurcuma'ya doğru salınmayı, Nevizade'de bira içmeyi, Alem'de rakı masası kurmayı, seviyorum ben burda nefes almayı... Hatta podyumda yürüyenlerden biri olmayı, elim kolum Atlas Pasajından, Terkostan aldığım torbalarla dolu iken kahve molası için yer aranmayı...

Bu İstanbul'un en uzun podyumunda bir kitabın ön kapağını hazırlıyor olma varsayımını seviyorum en çok belki de! Sanırım ben en çok İstanbullu olmayı seviyorum!

Ağlamak Güzeldir!


Ağlama!

Ağlayacak kadar zayıf bir insan mısın sen?

Erkekler ağlamaz!

Gözyaşlarımızla problemlerimiz var, kimseye göstermemek için uğraşırız onları, mutluluktan dökülüyor olsalar bile hatta...

Oysa ben çok severim gözyaşlarımı en az gülümsememi sevdiğim kadar hala içimde bir yerde yaşayan küçük çocuğu hatırlatır bana dudağı aşağıya sarkıp ağlamaya başlayan çocuğuanımsatır, arkasından gülümser o çocuk çünkü... Zaten başka türlü nasıl atarım ki içimden yaşadıklarımı, insanların kendi egoları için yaptıklarını, tatsız başlayıp tatsız bitenleri, sıkıntıları, dertleri... Mutlu olup gülümsediğim de sesi çıkmayan insanların, gözyaşlarımla karşılaştıklarında neden yüzlerinde garip ifadeler oluşur acaba hiç anlamam! Yahu insanoğlu ağlamak güzeldir! İnsanidir! Hayata karşı hala direnmekte olduğunuzun işaretidir...

Hele şu "Erkekler Ağlamaz!" klişesi beni deli eder... Ben ağlamayan, ağlamaktan çekinen erkekten korkarım, asıl o erkek en çok ağlayacak erkek gibi gelir bana... Bir erkek ağlamayı bilmeli, gerektiği anlarda gözyaşlarını serbest bırakabilmeli, mutluluğunu gülümsemesi kadar gözyaşları ile de anlatabilmeli. Ağlamayan erkeğin duvarları vardır ve o duvarlar çarpıp çarpıp defalarca yaralanacağınız kadar sağlamdır! O erkekler öyle sağlam bir erkek egosu ile yetiştirilmişlerdir ki asla bilemezsiniz ne zaman ne hissettiğini, tam olarak bilemezsiniz nerde başlayıp nerde biteceğini!

Ben ağlarım hemde çok ağlarım... Gözyaşlarımı biriktirmem serbest bırakırım, bıraktıkça berraklaşırım, daha çok düşünür içimdeki o an beni üzenleri attıkça daha sağlıklı kararlar veririm... Sadece ağlayıp köşeme çekilmem ama elimdeki o bana acı veren, öfke veren, kıran inciten şeye çare ararım ve bulurum da...

İnsanoğlu takılma gözyaşlarına, gerektiğinde ağla ki berraklaşsın ruhun bil ki sen berraklaştıkça dünya da berraklaşacak!

Buyrun gelin ön yargılarımıza...

Çoğunuz için buradan yazdıklarım kadarım ben. Kiminiz için iyi yazar olmaya aday, kiminiz için bol keseden saçmalayan, kiminiz için zeki bir hatun kişiyim, kiminiz içinse belki de hiç bir anlamım yok.

Fani dünyada beni ilk kez tanıyan çoğu insanın gerek dış görünümümle, kimi zaman dövmelerimle, kimi zaman fikirlerimi bir kerede ortaya koymamla, bazen sadece yürüyüşüm ve duruşumla ön yargılarıyla karşılaşan bir insan evladı olarak, ön yargısız bir dünya diliyorum hepimize.

Çoğu kez beni bir süre tanıdıktan sonra insanların bu ve benzeri konularda benim hakkımda hükmettikleri ön yargılarını öğrenirim. Bazen aramızda şaka konusu olur bunlar, bazen de tartışma konusu peki ön yargılarımız bizi ne kaybettirir...

Gidilecek bir filmin afişine, bir cafenin görüşüne, bir insanın yürüyüşüne aklımızda açılan ön yargılarımız bizi çoğu zaman yaşayacağımız keyifli zamanlardan, hoş sohbetlerden mahrum eder. Çoğu zaman bizden farklı olanadır ön yargılarımız, bizden farklı görünen her şeye karşı önce kalkanlarımızı çıkarır temkinli adımlar ile yaklaşırız hatta bazen uzak durmayı tercih ederiz. Amma velakin gelin görün ki o ön yargıları atlatabildiğimiz yerde bir dostluğun tohumlarını atabilir, kendinizi çok keyifli bir yemek yerken bulabilir ya da çok keyifli zamanlar geçirebilirsiniz.

Aslında çoğu zaman sizden farklı olan, size yabancı olan bir çok şey yeni ufuklar açar önünüzde, dünyaya başka bir pencereden bakmanızı sağlar, geliştirir, gösterir, öğretir o yüzden insan denemeden, konuşmadan, çabalamadan kararından emin olmamalı, o siz istemeden aklımızın kıvrımlarında dolaşan fikirleri hemen kabullenmemelidir.

Ön yargısız olmaya çalışmayı bana tutulan ön yargılar sayesinde öğrendim ben, ön yargısızım demiyorum öyle dersem hem sizi hem kendimi kandırmış olurum ama bununla ilgili ciddi bir çaba içindeyim. Hadi beraberce deneyelim ön yargılarımızı raflarımızın en yukarısına kaldırmayı demek istedim sizlere bugün.

Ve ön yargılarınız varsa bana karşı, gelin konuşalım, tanışalım, kaynaşalım olmadı dövüşelim gibi açık bir davetim var size!

Tadından Geçilmez!

Yemek yapan erkek severim ben…

Severim, sevmek lazım onları…

Ama bahsettiğim mangalın başında durup bütün yemeği kendi yaptı zanneden bir adam değil ya da al biraz salça, biraz domates, iki tutum da kekik diyip bunu makarnanın üstüne atıp “fena soslu makarna yaparım” diyen adamlarda değil…

Gerçekten yemek yapan adamlardan bahsediyorum, özene bezene sofrasını hazırlayan, yemeğin tadına bakmayı bilen ve mutfağı bıraktığında savaş alanı ilan etmeyen adamlardan neden bilmem böyle adamlar kadın ruhundan daha iyi anlar gibi geliyor bana…

(Issız adam ne olacak demeyin beni burada zıvanadan çıkarmayın!)

Aslında sanırım konu her şeyi iyi yapmaya çalışmakla alakalı, biraz öyle biraz böyle olmamakla… Yemek yapıyorsan yemeğin hakkını vermekte, yazıyorsan yazmanın hakkını vermekte, seviyorum diyorsan sevmenin ve karşındakinin hakkını vermekte bunu yapabilen adamlar istiyorum hayatımda… Aldatıyorsan onun bile hakkını vereceksin, aldatmak senin uçkurunun derdineyse bunu açık açık söyleyeceksin yok karşındakindeyse sorun, eksiği gediği varsa bunu da söylemeyi bileceksin.

İyi bir yemek yapar gibi yaşacaksın yani hayatı biraz ondan biraz bundan ile değil, neye ne kadar gerekiyorsa o kadar katarak, gerektiği kadar yaşamak lazım, gerektiğini katıp yemeği lezzetlendirmek lazım, hayatı keyiflendirmek lazım.

Her şeyi hakkı ile yapan, ikide bir ağız değiştirmeyen, ne istediğini bilen adamları severim ben çünkü o adamlarla daha kolaylaşır hayat, o adamların arkasından ağlamak gerekirse o bile keyif verir kadına, gerçekten bir sebebi vardır adamın ağlatmak içinde güldürmek içinde çünkü…

Böyle adamlarla hayat tadından geçilmez!

Patlamaya Hazır Dünya!

Dedim ki şu bayram geçsin öyle bir parlayayım ortalığa ama nerde izin yok bana devam yola!

Rahibin biri çıkmış ortalığa Kuran-ı Kerim'i yakacakmış, neymiş 11 Eylül saldırılarını böyle protesto edecekmiş, neymiş İslamiyete inananlar dünyaya sahip çıkmaya çalışıyormuşuz...

Be gereksiz, lüzumsuz herif önce sen bir bak yaşadığın ülkeye, nasıl saldırdı diğer ülkelere, nasıl garip ve içler acıtan hüklümdarlıklar sürmeye çalışıyor dünya üzerinde sonra gel konuşalım! Japonya'ya atılan atom bombasından bahsedelim, nasıl hala Irak topraklarında hüküm sürdüğünüze, petrol için yapamıyacağınız şey olmadığına, ülkenizde işlenen seri cinayetlere, insan katliamlarına, hala idam denen cezanın ülkenizde nasıl varolduğuna bir bak dediğim gibi sonra gel İslamı, İslama inananları aklının yettiğince konuşalım. Hatta tüm bunları bırak o yakmaya kalktığın kitabı aç bir oku, belki biraz insanlık öğrenir, gerçek, vasıflı bir din adamı olmaya karar verirsin!

İslamiyet altına gizlenip onu bunu kesen adamlara da karşıyım tabi ki, zaten İslamiyet öyle bir din değil herkes kafasına göre yorumladığından Kuran-ı Kerim'i bizimde içimizden gereksiz adamlar çıkıyor malesef ama biz aslında tüm dünyayı huzura, dostluğa, ılımlılığa çağıran bir dinin ortak paydasındayız.

Dinlerin üzerinden prim yapmaya çalışan, aklı sıra diğer dinleri kötüleyerek kendi dinini ön plana çıkarmaya çalışan siyasetçilerden de, insanlardan da nefret ediyorum. Sen bir din adamı olarak insanları ortak payda da bir araya getirmen gerekirken nasıl olurda böyle bir durumun ortaya çıkmasına baş rol aynarsın, sana din adamı diyelerinde ben taaaa....

Bence siyasete, savaşlara, insanların arasına en sokulmaması gereken şeydir Din. Ne gereksizbir durumdur insanları inandıkları dine, mensup oldukları meshebe göre sınıflandırmak!

Teknoloji çağındayız, dünya gelişiyor, birleşiyor, sevişiyor hatta!!!

O bizi yönettiğini düşünen, anamızı alıp gitmemizi isteyen, şehitlere ağza alınmayan laflar eden adamada söyleyin Ilımlı İslam diye bir şey yoktur. İslam zaten ılımlı, olumlu bir dindir. Alet etmeyin inançlarımızı kendi çıkarlarınıza yeter kardeşim prim yapmayın inançlarımız üzerinden, inançlarınız üzerinden, herkesin inandığı kendinedir. Bulun çıkarın size kötülük yapanları ortaya onlarla hesaplaşın her nerde hesaplaşacaksanız...!

Hakkari'de bayramın birinci günü, göya meshep farklarından ortaya çıkmış bir terörist saldırının ortasında 21 - 22 yaşında gençler ellerinde tüfeklerle dağda geziyor, çatışıyor canı pahasına Bayrağını korumak için, Allah bizi sizlerden yalanınızdan, nefretinizden, gözü açlığınızdan korusun! Her nerde içinden yaşadığımız dünya, toprak ve bizim için kötülük düşünen varsa alsın yanına terbiye etsin inşallah!!!

İyi bayramlar, tabi hala sadece şeker yemekle geçirebilecekseniz bayramınızı!!!

Kadın Olmanın Dayanılmaz Ağırlığına Örnekleme!

Amma zor iş şu kadın olma işi!

Meslek gibi görmeye başladım kadın olma halini, üstüme giydiğim farklı kadın kimliklerim var. İş yerimde başka bir Seda, arkadaşları ile başka bir Seda, sokakta başka bir Seda oluyorum!

Öyle gerekmekte çünkü, her yerde aynı samimiyeti, aynı güler yüzlülüğü gösterme şansınız yok, aslında bu her iki cinsiyet içinde aynı şey ama kadınsanız daha dikkatli, daha özenli olmanız gerekiyor.

İş yerinde kişisel tacizleri yok etmek adına sürekli ağırbaşlı olmak lazım mesela yoksa müdürünüz, yöneticiniz biraz çiğ süt emmişse vay halinize, seyret ondan sonra gelen kaşlı - gözlü, sözlü - sazlı teklifleri.

Allahtan erkek fatma halim benim bu gibi olaylardan ben uğraşmadan kurtarıyor da bu kısımda çok kasmak durumunda kalmıyorum kendimi.

Ancak çok yakın arkadaşlarımın yanında gerçekten Seda olabiliyorum. İstediğim kadar gülüyor her konuda çata çat tartışıyor, sohbet ediyor kendim gibi davranıyorum.

Mesela fikirlerimi beyan ettiğim bir kaç aile toplantısında annemin kaşını gözünü nereye koyacağını bilemediği hallerini bildiğimden artık bu gibi ortamlarda olmamak için uğraşıyorum, olursam da edebimle (ama hala bilmiyorum benim en edepli halim hangi halim o ayrı) dinliyorum sadece, kadın kısmısı çok konuşmaz ne de olsa dimi ama!?!?

Birde kadın olmanın fiziksel zorlukları vardır bilirsiniz hepiniz, kişisel bakım denen şeyin içinde bazılarımız kaybeder kendini hatta, manikürü, pedikürü, dip boyası, ojesi, cilası, makyajı derken ömrümüzün ne kadarı gidiyor yuvarlak aynalar karşısında bilmiyorum hesaplamaksa hiç istemiyorum.

Makyaj malzemelerine verdiğim para ile neler alabilirdim acaba kendime, offf bı kısım beni darlandırdı bak işte

Ve bir başka konu ise gittiğin semte, ortama, kişilere göre giyinmen gerektiği konusu, küçümsemeyin sakın bu konuyu öyle her yerde minnacık eteğin, yüzücü sırt bluzun ile gezemezsin, hele İstanbul'da yazılmamış, çizilmemiş ama herkesin bildiği kuralları var bu işin, Beyoğlu Asmalı Mescit' e mi vuruyor ayakların, orda elbisen, bluzun bir parıldamalı, bir yerinden dekolten göz kırpmalı gece karanlığına ya da Fatih falan tarafınıma mı gidiyorsun herşeyin en bolunu geçirmelisin üstüne ve en kapalısını tenin ne kadar gözükürse o kadar göz hapsinde kalmaya mahkumsundur çünkü, daha bir sürü örnek sıralayabilirim size, ister misiniz duymayı onu bilmiyorum işte.

Kadın olmak ah şu kadın olmak her yerde biraz zor, her ortamda biraz zor ama bir o kadar güzel, her şeye rağmen iyi ki kadınım.

ne oldu AŞK halimize!

Bir gün bir yazıma bizim zamanımızda diye başlayacağım hiç aklıma gelmezdi. İşte o gün bugünmüş istedim ki bir süre son dönemde içinde olmayı beceremediğim, hangi dalı tutsam elimde kaldığı AŞK olaylarına bulaşmayayım ama olmuyor işte. Bünye Aşka bağımlı olunca yapacak bir şey kalmıyor.

Son 5 yılımı 2 birbirine çok benzeyen adamla birbirine hiç benzemeyen ilişkilerin içinde evire çevire kullandım. Kullandım da ne oldu, bir madalya mı aldım YOK, bir aferin diyen mi oldu YOK, yılın kadını falan seçilmeyi bırak aday bile olamadım. Yaşadığım, hayatın kulislerinde, deli olduğumu düşündü en yakınım dediklerim, hatta arkamdan konuşup, önümde üzülüyor numaralarına yattılar.

Son 5 yılda o kadar çok düştüm, o kadar çok yaraladım ki kendimi ama her seferinde kalktım ayağa, yaralarıma pansuman yapacak bir el sahibi olacak yaşı geçtiğimden yine kendim pansuman ettim yaralarımı, edebildiğim kadar.

“Acıyor!!!” diyerek annemin kucağına atlamak istesem de, annemin bakışlarını devirip “ben sana demiştim” tavrına bürünmesine seyirci olmak istemediğimden, sustum kaldım!

İşte konuyu tam burada, bizim zamanımıza bağlamam lazım sanırım. Ben gerçekten flört ederek öğrendim erkekleri, öyle kulaktan dolma, onun bunun yaşadıklarını dinleyerek değil. Birilerini gözyaşlarını tecrübelerimle sabitlediklerimle avuttum. Gelin görün ki o tecrübeler zamanı gelince aşık olan Seda’ya pek işlemiyor!

İlk erkek arkadaşımı 15 yaşında taktım koluma, kendisi 19 yaşında bir üniversite öğrencisi idi, çok havalıydım okulda kendimden büyük bir üniversite öğrencisi ile beraber olduğum için, onunla öğrendim öpüşmeyi, elele tutuşmayı, ilk aşk 3 yıl sürdü. 3 yıl boyunca ağladım, güldüm bazen bağırdım, kavga ettim ama bunların her birini sevdiğim adam ile paylaştım. Birbirimizi kırsak bile, avutanda biz olduk, paylaşmak öyle bir şeydi çünkü hatta benim için hala öyle bir şey.

Ayrıldığımızda birbirimizin yüzüne bakmayacak, görmezden gelecek durumlarda kalmadık ve bundan sonra ki şu son 2 ilişkim hariç ilişkilerimde de hep böyle oldu durum, kimse kimsenin yüzüne bakmak istemeyecek durumlarda kalmadı.

O zaman böyleydi her şey, ya şimdi ne oldu, insanların nerelerine kaçtı Aşka olan tutkuları. Kararsızlıklar, biraz takılalım sonra bakalımlar, birden fazla insanla aynı anda oynaşmalar kaynaşmalar nerden çıktı.

Kabul ediyorum ihanet denen şey dünyanın varoluşundan itibaren kadın ile erkeğin arasında duran kusurlardan biriydi ama hiç bir şey bu kadar ayan beyan ortada değildi ya da ortadaydı da o zaman ben başka bir gezegende yaşıyordum. Erkeklerin bir kadın onlara yaklaştıklarında kafalarının üzerinde uçuşan düşünce bulutlarında bir ikiz yatak sevdası var şimdi, kadınların ise adamın cüzdanını, arabasının markasını, evinin nerde olduğunu merak eder halleri var.

Aşka yakın olmak bir yerde, herkes maddenin ve o maddenin onun nasıl tatmin edeceği düşüncelerinde, kimse kimseye bağlanacak kadar güvenmiyor ne karşısındakine ne de kendine, herkes kusurlarını nasıl örtbas edecek hangi makyaj malzemesinin altına sıkıştıracak ruhsal sıkıntılarını onun hesaplarında. Yeni jenerasyon deyimi ile ıssız adamlar ve ıssız kadınlar dolanıyor sokaklarda. Herkes birbirinden korkuyor, herkes birbirini nasıl ………… düşünüyor (varın siz doldurun boşluğu) ve işte tam bu sırada Aşka yazık oluyor!

Mest Oluyorum!

- Aniden gelen güzel haberlere
- Sabah ilk kahveye
- Kedilere
- O'nu her gördüğümde
- Pınar Korkmaz okumaya
- Fotoğraf çekmeye
- Yazılarımın okunduğunu her gördüğümde
- Şengül ile dalaşmaya ve dostluğuna
- Fenerbahçe'ye
- Cumartesi gününe
- Tavla oynamaya
- Vedric ile gün için sohbetlerine
- Giderek küçük adımlarla da olsa hayallerime yaklaşmaya
- Kendi yaptığım cheescake'i yemeye
- Starbuck'ta buzlu ya da sıcak mocha'ya
- Rakı içmeye
- Aklıma gelen ani tasarım fikirlerine
- Odamda oturup film seyretmeye
- Biriz Abla'ya tarot baktırmaya
- "Bugün ne güzel olmuşsun" cümlesine
- Taze ekmek kokusuna
- Mervenaz'ın mutlu olduğunda ki gülümsemesine
- İşe geç kaldığımda henüz müdürümün gelmemiş olmasına
- Cesaretime
- Kendi takılarımı takmaya
- Nar çiçeği ojelere



ve sanırım liste biraz daha uzayabilir.

Nere Gitti Anne Olma Hevesim!

İlkokulda 2. Sınıftaydım, öğretmenimiz her birimizi kaldırıp ilerde ne olacağımızı sormuştu, doktor olmak isteyen arkadaşlarım çoğunlukta idi, sıra bana geldiğinde ayağa kalkıp “BEN ANNE OLACAĞIM” demiştim , öğretmenim bıyıklarının altından gülmüş, “Sedacım tamam anne olacaksın da başka ne olacaksın” demişti, bende kızgın bir ifade ile tekrarlamıştım “ANNE OLACAĞIM”.

Şimdi 31 yaşıma günleri sayıyorum geri geri, bırakın bir ANNE olmayı, ANNE olmak istediğimden bile emin değilim… Dünya giderek hem fiziki olarak hem ruhsal olarak yaşanması çok daha zor bir yer haline gelirken, ona kanını bir emeceği varlık daha vermek ne kadar mantıklı bunu sorguluyorum günlerdir… Küresel olarak ısınan gezegenimizin, ozon tabakasını deldikten, havasını kirlettikten, sularını kirlettikten, nükleer enerji üretimi için direnirken hatta nükleer başlıklı silahlar üretirken, birbirimizin beş karışlık topraklarına göz dikip çocukları katlederken bu gezegen yaşanmaz hale geldi diyende bizken ne kadar mantıklı ANNE olmak! Bu heves ile beklide çoğu arkadaşımın yaşadığı gibi boşanma ile sonuçlanacak bir evlilik yapıp bu konuda kendimi tatmin etmem ne kadar doğru olur ki, hadi diyelim bütün bunları yüzyıllardır çekiyoruz da peki giderek körelen önyargılarımızı, şüpheci hallerimizi, para hırsımızı, bir yerlere gelmek için girilen onlarca sınavı, dünyada babana bile güvenme laflarını o küçücük bedene nasıl anlatırım bunu düşünüyorum.

Kabul edin hiçbirimiz birbirimize güvenmiyoruz artık, her ortama göre hazırladığımız maskelerimiz ile günlük makyajlar yapıyoruz kendimize, belki sadece burada dile geliyor gerçek kalemimiz, buradan itiraf ettiğimiz aşklarımızı aslında aşkımızın sebebi olana bile açıklayamıyoruz, yine kırılır sol yanımızda ki biblo diye, araç olması gerekenler amaç olmuşken gerçekten amaçlarımız olması gerekenleri araç olarak kullanıyoruz… Giderek kirleniyoruz sanırım, giderek daha da yaşanması zor hale getiriyoruz dünyamızı.

Ve ben bunları kendime bile açıklayamazken o küçücük bana muhtaç, nereye geldiğini ve nereye gideceğini bilmeden dünyaya gelen varlığa nasıl anlatırım tüm bunları, aslında bir süre önce dünyanın daha yaşanılası bir yer olduğunun nasıl anlatırım ona. İşte tüm bunları düşündükçe daha da köreliyorum kendi içimde, daha da sorgular oluyorum hayatı, biriniz biliyorsa çıkış yolunu göstersin benim biraz yönüm şaştı!!!

Para Para Para!!!

Dinlenecek vakit yok para kazanmak lazım, daha çok çalışmak lazım, daha çok kazanmak lazım, gençken kazanmak lazım, para denilen şey o kadar mühim ki değerini bilmek lazım, bilmiyorsan da öğretiyorlar bir güzel hiç dert etmemek lazım, mesela kredi kartlarına 12 taksit yapıyorlar, %0.30’lar ile (güya) kredi veriyorlar ama para denen şeyi hem cebine sokuyorlar hem ödeyememen durumunda paranın ne mühim bir şey olduğunu sana bir güzel öğretiyorlar.

Peki biz insanoğlu olarak nasıl para kazanıyoruz!! Gerektiğinde taşın suyunu bile sıkıyor namusu ile para sahibi olmak için çabalayanlarımız, bazılarımız ise başvurmadık yol bırakmıyor para sahibi, zengin, güçlü biri olmak için birilerinin canına malına kastetmek dahil olmak üzere… Kimi usturuplu zamanlarda çalışıyor amma anca ayın ilk 10 gününe yetecek parayı kazanıyor, hakkını alanda daha doğrusu harcayacak kadar kazanan da o kadar çok çalışıyorum ki parayı harcayacak vakit bulamıyor, birde üstü üsttük kazandığını ve kazandığıyla aldığını öbür tarafa geçerken de hiçbir yere götüremiyorsun… Bırak evini, arabanı, altınlarını, takılarını tokalarını çorapla gömülemiyorsun sayın insanoğlu… Ne vahim şey şu para işi, kazanmak mı iyi kazanmamak mı? Her köprüyü kuran para her köprüyü de yıkar biliyorsunuz dimi… Mesela akraba ile para alışverişi yapılmaz çünkü akrabalıktan sıktın sıyrılır, sevgili ile para işine girilmez aşk çatırdar, arkadaş ile hiç girilmez arkadaşlık biter, yuvalar dağılır para denen melet yüzünden, insanlar dostken düşman olur.

Peki ilk kez kim bulmuş bu para illetini, para tarihte ilk kez M.Ö 7. Yüzyılda Anadolu’da Lidyalı’lar tarafından bulunmuş, tarihteki ilk madeni para olma özelliği taşıyan Lidya parası, darp suretiyle basılmış, darp yolu ile anladınız dimi daha ne diyim!!! Tabi o zamanın darbı ile bu zamanın bizim dilimize dolanan ilk darp denildiğindiğinde aklıma düşen şey arasında fark var. Lidyalı’lar da darp, sabit bir alt kalıp üzerine konan madeni pula hareketli bir üst kalıp yerleştirerek, bir çekiçle vurmak suretiyle darp gerçekleştiriliyormuş (valla akıllı insanlarmış şu Lidyalılar) bizim aklımıza düşen darp ise emniyet müdürlüklerinde biten bazı olaylar silsilesi artık..! Bu arada küçük bir bilgi vermeden geçemeyeceğim Dünyanın ilk büyük darphanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane’de kurulmuştur.

Peki size sorarım sayın cadı ahalisi al yumurtayı ve pirinci varken ortada ne gerek vardı parayaaa!!! Kazanana kadar göbeğin çatladığı parayı harcarken ayrı sıkıntı yaşıyorsun, biriktirsen ayrı sıkıntı!!! Kimileri parasını kaybedince canına kıyıyor, kimileri para sahibi olmak için birilerini canına kıyıyor olacak iş mi yani..? İstemiyorum ben para denen illeti istemiyorum takas dönemine geri dönmek istiyorum bırakın beni…!!

sonunda bizimde "ROMANTİK KOMEDİ" miz oldu!!


Ensonunda bizimde nur topu gibi bir romantik komedimiz oldu hatta çokda güzel oldu... hee filmi gitmedim izlemedim diyeniniz varsa hemen gidilmeli görülmeli... özellikle hatun kişiler size diyorum, toplayın yanınıza kız arkadaşlarınızı ve ekrana baktıkça kendinizi görün o 3 hatun kişi hallerine seyreyledikçe... kahkahalarla gülün, eğlenin, kıkırdayın... Cemal Hünal'ın karizmatik erkek halleri sizi sizden alsın, Engin Altan Düzyatan'ı aranızda nasıl bölüşürsünüz bilemem artık... Ama en çok Gürgen Öz'e güleceğinize çok eminim, filmdeki herkes karakterine "cuk" diye oturmuş zaten ne bir eksik ne biz fazla, ben bir sinema eleştirmeni değilim ama şunu diyebilirim, YAŞASIN BİZİM ROMANTİK KOMEDİMİZ!!

eeee hadi ne duruyorsunuz doğru sinemaya!!!

Sda

İstanbul Moda Haftası


İstanbul Moda haftasını tv'den ve internette gezinmeyi sevdiğim birkaç moda bloğundan takip ettim... Orada olup birebir bu etkinliğin içinde olmayı, defileleri birebir takip etmeyi cidden çok isterdim... Zira bloglara sesim çıkmaz ama tv'de etkinlikten çok etkinlik magazini seyrettik... Meg Ryan'ın defileye katılmayışının sebeplerini, kim kiminle gelmiş gitmişleri, mankenlerin duruşlarını, dekoltelerini haber yapmaktan öteye geçemedi birçok program...

İstanbul Moda Haftası, tekrarlanası defilelere sahne oldu bence, çok fazla modadan anlamayan ama her kadın gibi giyinmeyi süslenmeyi seven biri olarak özellikle severek takip ettiğim www.seraplamoda.com adresindeki iç açıcı fotoğrafları ve makaleleri okudukça orada olmayı çok daha fazla istedim... Renklerin birbirine karışıtığı Gizia modelleri çok şıktılar, Dilek Hanif defilesine denebilecek hiç birşey olamaz zaten, Mavi Jeans defilesi benim gibi spor giyinen bayanların özellikle dikkatini çekmiş, Hakan Yıldırım - Kotın defilesi ise şık am a çok da pahalı giyinmeyi sevmeyen kadınların gözdesi olmuştur eminim, bu ve buna benzer birçok defilenin yapıldığı etkinliği seneye cidden birebir takip edip sizlere kendi fotoğraflarım ve daha canlı yorumlarım ile aktarmak istiyorum her bir şeyleri, belki belli de olmaz biraz magazinel dedikoduda katarım yazımın içine o zaman daha çok sevmezsiniz ama beni çünkü zaten seviyorsunuz... .))

Not : Fotoğraf www.seraplamoda.com adresinden alınmıştır... Kendisine fotoğraflarını kullanmama izin verdiği için ayrıca teşekkür ediyorum!

Sda

"bi git" demek istiyorum!!

Korkar oldum ikili ilişkilerden, resmen takıntılı bir kadın oldum çıktım, armudun sapı aman da üzümün çöpü hallerindeyim ancak asıl derdim tekrar eden aldatılma hareketlerinin içinde bulmak tekrar kendimi, birde üstüne sevgili kız arkadaşlarımdan dinlediğim ilişki hikayeleri iyice gözümü korkutuyor desem yeridir!!

Peki ne oldu bizim ilişkilerimize, herkes az biraz görüşelim, az biraz koklaşalım eee tabi biraz da takılalım kıvamlarında... elektrik alamamalar, ıssız adam ve kadın modlarına dönüşüp beynimizi uyuşturmakta... Biz elele tutuşur, beraber sinemalara gider, sevgilimizin film arasında mısır almasını bekler, arkadaş buluşmaları düzenler, sahil boyları yürürdük... Beraber güler beraber ağlardık, kıskanır, tartışır sonra sarmaş dolaş olunup barışırdık... Şimdi ise az biraz takılalım, az biraz sevişelim sonra sen tek sepetini koluna ben takayım sepeti koluma durumlarının içinde ne kadınlar biliyor ne yapacaklarını ne erkekler!!! Her iki cinste karşısındakinden güvensiz, saçmalıyorlar, Facebook'da "Serbest Bir İlişki Var" diyen arkadaşlarımın sayısı gittikçe artıyor, artıyor da serbest ilişki olmaz ki, ilişki serbestse o ilişki değildir... Erkek az biraz sahiplenmedikten, kadın az biraz nazlanmadıktan sonra ilişkiye ilişki denmez...!!!

İşte be bu durumların her birini düşünürken karşıma çıkan adamlar sadece biraz argoca biraz korkakca "bir git" demek istiyorum, ne olacak bu halim onu hiç bilmiyorum..!!!

Sda