Nere Gitti Anne Olma Hevesim!

İlkokulda 2. Sınıftaydım, öğretmenimiz her birimizi kaldırıp ilerde ne olacağımızı sormuştu, doktor olmak isteyen arkadaşlarım çoğunlukta idi, sıra bana geldiğinde ayağa kalkıp “BEN ANNE OLACAĞIM” demiştim , öğretmenim bıyıklarının altından gülmüş, “Sedacım tamam anne olacaksın da başka ne olacaksın” demişti, bende kızgın bir ifade ile tekrarlamıştım “ANNE OLACAĞIM”.

Şimdi 31 yaşıma günleri sayıyorum geri geri, bırakın bir ANNE olmayı, ANNE olmak istediğimden bile emin değilim… Dünya giderek hem fiziki olarak hem ruhsal olarak yaşanması çok daha zor bir yer haline gelirken, ona kanını bir emeceği varlık daha vermek ne kadar mantıklı bunu sorguluyorum günlerdir… Küresel olarak ısınan gezegenimizin, ozon tabakasını deldikten, havasını kirlettikten, sularını kirlettikten, nükleer enerji üretimi için direnirken hatta nükleer başlıklı silahlar üretirken, birbirimizin beş karışlık topraklarına göz dikip çocukları katlederken bu gezegen yaşanmaz hale geldi diyende bizken ne kadar mantıklı ANNE olmak! Bu heves ile beklide çoğu arkadaşımın yaşadığı gibi boşanma ile sonuçlanacak bir evlilik yapıp bu konuda kendimi tatmin etmem ne kadar doğru olur ki, hadi diyelim bütün bunları yüzyıllardır çekiyoruz da peki giderek körelen önyargılarımızı, şüpheci hallerimizi, para hırsımızı, bir yerlere gelmek için girilen onlarca sınavı, dünyada babana bile güvenme laflarını o küçücük bedene nasıl anlatırım bunu düşünüyorum.

Kabul edin hiçbirimiz birbirimize güvenmiyoruz artık, her ortama göre hazırladığımız maskelerimiz ile günlük makyajlar yapıyoruz kendimize, belki sadece burada dile geliyor gerçek kalemimiz, buradan itiraf ettiğimiz aşklarımızı aslında aşkımızın sebebi olana bile açıklayamıyoruz, yine kırılır sol yanımızda ki biblo diye, araç olması gerekenler amaç olmuşken gerçekten amaçlarımız olması gerekenleri araç olarak kullanıyoruz… Giderek kirleniyoruz sanırım, giderek daha da yaşanması zor hale getiriyoruz dünyamızı.

Ve ben bunları kendime bile açıklayamazken o küçücük bana muhtaç, nereye geldiğini ve nereye gideceğini bilmeden dünyaya gelen varlığa nasıl anlatırım tüm bunları, aslında bir süre önce dünyanın daha yaşanılası bir yer olduğunun nasıl anlatırım ona. İşte tüm bunları düşündükçe daha da köreliyorum kendi içimde, daha da sorgular oluyorum hayatı, biriniz biliyorsa çıkış yolunu göstersin benim biraz yönüm şaştı!!!

Para Para Para!!!

Dinlenecek vakit yok para kazanmak lazım, daha çok çalışmak lazım, daha çok kazanmak lazım, gençken kazanmak lazım, para denilen şey o kadar mühim ki değerini bilmek lazım, bilmiyorsan da öğretiyorlar bir güzel hiç dert etmemek lazım, mesela kredi kartlarına 12 taksit yapıyorlar, %0.30’lar ile (güya) kredi veriyorlar ama para denen şeyi hem cebine sokuyorlar hem ödeyememen durumunda paranın ne mühim bir şey olduğunu sana bir güzel öğretiyorlar.

Peki biz insanoğlu olarak nasıl para kazanıyoruz!! Gerektiğinde taşın suyunu bile sıkıyor namusu ile para sahibi olmak için çabalayanlarımız, bazılarımız ise başvurmadık yol bırakmıyor para sahibi, zengin, güçlü biri olmak için birilerinin canına malına kastetmek dahil olmak üzere… Kimi usturuplu zamanlarda çalışıyor amma anca ayın ilk 10 gününe yetecek parayı kazanıyor, hakkını alanda daha doğrusu harcayacak kadar kazanan da o kadar çok çalışıyorum ki parayı harcayacak vakit bulamıyor, birde üstü üsttük kazandığını ve kazandığıyla aldığını öbür tarafa geçerken de hiçbir yere götüremiyorsun… Bırak evini, arabanı, altınlarını, takılarını tokalarını çorapla gömülemiyorsun sayın insanoğlu… Ne vahim şey şu para işi, kazanmak mı iyi kazanmamak mı? Her köprüyü kuran para her köprüyü de yıkar biliyorsunuz dimi… Mesela akraba ile para alışverişi yapılmaz çünkü akrabalıktan sıktın sıyrılır, sevgili ile para işine girilmez aşk çatırdar, arkadaş ile hiç girilmez arkadaşlık biter, yuvalar dağılır para denen melet yüzünden, insanlar dostken düşman olur.

Peki ilk kez kim bulmuş bu para illetini, para tarihte ilk kez M.Ö 7. Yüzyılda Anadolu’da Lidyalı’lar tarafından bulunmuş, tarihteki ilk madeni para olma özelliği taşıyan Lidya parası, darp suretiyle basılmış, darp yolu ile anladınız dimi daha ne diyim!!! Tabi o zamanın darbı ile bu zamanın bizim dilimize dolanan ilk darp denildiğindiğinde aklıma düşen şey arasında fark var. Lidyalı’lar da darp, sabit bir alt kalıp üzerine konan madeni pula hareketli bir üst kalıp yerleştirerek, bir çekiçle vurmak suretiyle darp gerçekleştiriliyormuş (valla akıllı insanlarmış şu Lidyalılar) bizim aklımıza düşen darp ise emniyet müdürlüklerinde biten bazı olaylar silsilesi artık..! Bu arada küçük bir bilgi vermeden geçemeyeceğim Dünyanın ilk büyük darphanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane’de kurulmuştur.

Peki size sorarım sayın cadı ahalisi al yumurtayı ve pirinci varken ortada ne gerek vardı parayaaa!!! Kazanana kadar göbeğin çatladığı parayı harcarken ayrı sıkıntı yaşıyorsun, biriktirsen ayrı sıkıntı!!! Kimileri parasını kaybedince canına kıyıyor, kimileri para sahibi olmak için birilerini canına kıyıyor olacak iş mi yani..? İstemiyorum ben para denen illeti istemiyorum takas dönemine geri dönmek istiyorum bırakın beni…!!