Gel Abla Gel AŞK 3 Lira!

Ben aşkı yazmayı beceriyorum ama yaşamayı beceremiyorum, evet evet o beceriksiz benim…

Diyorlar ki bana ağırdan sat kendini, ağırdan bile olsa satılacak bir şey miyim ki ben, aşkım karşı tarafa pazarlanacak bir şey mi?

Hayatta en başarısız olduğum şeylerden biridir zaten duygularımı gizleyebilmek, bunu konu ne aşk olduğunda, ne kızgınlık olduğunda, ne kırgınlık olduğunda, anlayacağınız hissettiğim hiçbir şeyi gizlemeyi becerebilmiş biri değilim ben…

Ama konu aşk mertebesine ulaştığında ne hissettiysem tamamen o oluyorum, yani birazda olsa rol kesemiyorum, içimde ki her şeyi ama öyle başkaları gibi “söyle gitsinler” ile değil, yapamayacaklarımı dilime dolayarak değil, gerçekten hissederek, gerçekten ortaya koyarak yaşıyorum... Ve işte çevremden en çok bu konuda fırça yiyorum, diyorlar ki “ağır ol”, “duygularını belli etme”, “o söylesin sen dinle, konuşma”, “elini tutması için bile süründür”, “aman sakın ha sevişme”… Onu yapma, bunu etme, söyle söyleme derken işte bana gelenler geliyor ve içimdeki kedi tırnaklarını çıkarıp karşı tarafa saldırıya geçiyor…

Şimdi ben bana bu söylenenlerin hepsini karşımda aşkından delirdiğim adam dururken yapacağım öyle mi? Göstereceğim ama elletmeyeceğim öyle mi? Ağzıma, elime, koluma hatta gönlüme kelepçe vuracağım öyle mi? Ve tüm bunların karşılığında karşımdaki adamı gerçekten elde edeceğim. Peki tüm bunların sonunda ben nasıl ben gibi hissedeceğim, o karşımda ki adam beni nasıl tanıyacak, sonradan gerçek ben olunca şöyle bir uzaklaşıp baktığında gördüğü şeyi yadırgamayacak mı?

Tüm bunları düşünürken, hatta dillendirirken karşımdaki ses diyor ki, “bak ancak mutlu sona böyle ulaşabilirsin”… Mutlu son? Nedir o mutlu son? İşte o mutlu sonun adı “evlilik” mutlu ama son olan bir şey o, neden son, neye son işte burada bende film kopuyor, kafamda ki soruların yerine değil tam yanına oturuyor bu sorular, çık Seda işin içinden çıkabilirsen.. Mutlu bir evlilik için pardon mutlu bir son için karşımda ki adama hissettiklerimi belli etmemem yani ben olmamam gerekiyor öyle mi?

“ Yerim ben böyle sonu” diye parlıyor içimdeki kadın!!!

Ama Seda ama diye devam ediyor karşımdaki ses ama ne fayda Seda orda kayışı koparıyor!

Şimdi gelelim sadede, ben aşkımı hiç ağırdan ya da hafiften satılacak bir şey gibi görmedim, ne kendimi ne hissettiklerimi karşı tarafa oyunlar ile sunmadım. Bu güne kadar çok incindim, hatta bilmeden yanlış anlaşıldım belki de ama yaşadıklarımın da hissettiklerimin de hep arkasında durdum… Sevdiysem sevdim, bittiysem bitti…

İşte aslında tek isteğim, bir gün gözlerimi en derin uyku için kaparken Seda’ya aferin diyebilmek, ne hissettiyse onu yaşadığı için, oyunlar ile kendini yormadığı için, aşkı da acıyı da paşalar gibi yaşabildiği için, belki o Seda “mutlu son” a ulaşamayacak ama yine de mutlu ölecek zamanı geldiğinde…

Benim gibi yapın demiyorum ama elimde değil aşka, duygulara, oyun karıştıranlardan da pek haz edemiyorum, çünkü biliyorum ki hayat en güzel kendin olduğunda yaşanıyor…

Ve biliyor musunuz konu aşk değil ne olursa olsun, başkası gibi olmaya çalışmaktan daha kolaydır kendin olmak!

Seda Mete

Vajina Kavgaları

Bundan böyle dışarı çıkarken yüzüme değil, vajinama makyaj yapacağım… Çünkü ne kıymetli bir şeyse kendileri; benden, düşüncelerimden, hislerimden, kaşımdan, gözümden daha fazla ilgi ve itibar görüyor. Zannedersin hazine saklı dibinde, ne varsa artık onda herkes önce onu merakta. Ne kadar akıllıymışsın, ne kadar güzelmişsin, ne kadar ağzın laf yapıyor, hayatın neresindesin hiçbir önemi yok, önemli olan iki bacağının mesafesi ne kadar sürede açılacak, yatağa giden yolda ne kadar zorlayacaksın şartları.

İlk sınandığın yer bu garip ilişkiler silsilesi işte, kadın olmanın ağırlığı daha ilk günde dikiliyor karşımıza, hem korunaklı olman lazım hem gerektiğinde korunaksız, hem bir gizem kutusu olmalısın hem gerektiğinde alabildiğine açık seçik, hatta öyle her yerini göstermemelisin ama dekolte vermezsen de olmaz. Gerektiğinde bir porno yıldızı kıvamında, gerektiğinde el pençe divan durmayı bilmen gereklidir.

Ailelerimizin, ebeveynlerimizin “aman kızım sakın!” baskıları bir yandan, bir yandan sevgililerimizin “ama öpmezsem olmaz ki”, “bir kereden bir şey olmaz ki” naraları, bir yandan toplumun o dayanılmaz baskıları eşliğinde büyümek öyle çokta kolay olmadı hiçbirimiz için… Kadın denilen varlığa öğretilenler ile ondan istenenlerin arasında ki uçurum, bizi zamanla anlaşılması güç, içinde farklı karakterler barındıran varlıklar haline getirdi sanırım… İşte tam burada ufacık bir örnek vereyim size, kaçınızın kulağına fısıldanmadı şu yazacaklarım, “evde ev hanımı, yatakta fahişe, dışarıda hanımefendi olmalısın”, af buyurunda kadın nasıl çarpışmasın bu durumda kendi içinde, bu durum karşısında bir süre sonra nasıl karışmasın hayatlarımız birbirine.

Kadın bir yandan kendi hormonları ile bir yandan bilinçaltına üstüne her yerine yerleşmiş yargıları ile bir yandan sağdan soldan gelen istekler ile hayatı bir yerinden tutmaya çalışıp, karşı cinsle ilişkilerini ayakta tutmak için yırtınır deyim yerinde ise. Gün gelir ya düzenli bir ilişkinin içinde bulur kendini ya da artık çoluk çocuğa karışma vakti gelir ve başka anlaşmazlıklar dikilir karşısına.

Kadın iş yerinde erkeklerle boğuşacak kadar cevval, annelik görevlerini yerine getirirken hassasiyetin dibine vuracak kadar yufka yürekli, hayat arkadaşına karşı dünyanın en seksi kadını, mutfaktaki hüneri aşçılarla yarışacak kadar iyi, arkadaşları için 4 kulağa sahipmiş gibi iyi bir dinleyici, şifreli kasaymış gibi iyi bir sırdaş olmalıdır… Bütün bunları yaparken cilt bakımını, manikürü, pedikürü, ağdayı unutmamalıdır, dip boyası gelmeden olaya müdahale etmeli, hayat arkadaşı sıkılmasın başka kadınların koynuna yılan gibi süzülmesin diye değişiklikler yakalamalı fanteziler üretmelidir ve tüm bunları yaparken yorulmamalı, hayıflanmamalı, söylenmemeli ve dik durmalıdır… Bu karmaşanın içinde hepimiz bilmez miyiz bir süre sonra hayatımızda ki adama çocuğumuz gibi davrandığımızı ya da kız arkadaşlarımıza bile hayat arkadaşımıza yaptığımız gibi kapris yaptığımızı ki bunlar en küçük çarpışmalarımızdır.

Sonuç olarak, benim tüm bu yazarken yorulduklarımın içinde, vajinamızı sakınma çabaları, aşkımızı koruma harekatları, ailemizi koruma iç güdüleri ile biz kadınlığımızdan çekiyoruz, kadınlığımız bizden…

Seda Mete

Delgeç...

O boğazına oturan yumruyu tanıyorum ben! Konuşmak isteyip hiçbir şey anlatamamak ne demek biliyorum ya da anlatmaya başladığın anda nasıl karışır gözyaşların hıçkırıklarına bilirim. Nefesin kesilir, sana hayat veren nefesini kesmeyi başarmıştır o şaşkınlık duygusunu da çok iyi bilirim.

Aşk acısından akmış rimelleri temizlemeye yetmez mendiller, yastığın hep ıslaktır, o ıslaklık suratını her yaladığında hiç üşümediği kadar üşür insanın içi, surat yastığa bir gömülür dayanabildiği yere kadar nefessiz bırakılır tüm organlar, insan orda ölmek ister ama yapamaz, bırakamaz, gidemez, bir gözü hep arkadadır çünkü. Mesela yorgan kafaya kadar çekildikten sonra, sessizliği bozanın sadece hıçkırıklar olduğunu, insanın kulağının nasıl slow şarkılara gittiğini ve onları dinledikçe nasıl iç geçirdiğini de bilirim arkadaşım.

Delirip delirip “başka birinin koynuna giricem, unutucam seni” naraları nasıl atılır, hatta başka birinin teninin tuzu nasıl yaraya pansuman edilmeye çalışılırda, gel gör ki başka birinin teni iyileştirmez içindeki yarayı ve sen bunun farkına vardığında nasılda daha çok zonklar yara bilirim.

“O seni hak etmiyordu zaten” diyen arkadaşların suratına bir şamar indirmek isterken ancak kafanı sallayıp susmak nedir çok iyi bilirim. İnsanın parmağını kaldırmaya, karşısındakine derdine anlatmayı dermanı nasıl olmaz, hatta ona olan aşkını anlatacak kelimeleri nasıl bulamaz, nasıl taşar içi çok iyi bilirim.

Kadehlerin birbirini kovaladığı akşamların oldu ki o masalların dili olsa sende bende yanarız arkadaşım, ikimizde biliriz bir adam rakı masasına nasıl meze yapılır. Ne ağır aksak laflar çıkar insanın dudaklarının arasından, nasıl dökülür can acıtıcı kelimeler peşi sıra. İnsan konuşurken de, susarken de en çok kendine eder be arkadaşım hiç bilmez miyim?

Birde kahve fallarının açıldığı, karşındakinin dudaklarının arasından çıkacak bir umudu yakalamaya hazır hallerimizin olduğu masalar vardır, şimdi söyleyince bu halimiz komik geliyor ama o zaman ne can acıtıcıydı dimi arkadaşım.

Otobüslerde, oturduğun mekanlarda, yolda yürürken alakasız adamları ona benzetip yüreğinin nasıl ağzına geldiğini, hatta bir ihtimal onunla karşılaşırım diye parmağını kımıldatmaya halin yokken süslenip püslenen kadını tanırım ben.

Arkadaş sohbetlerinde “Aman bana adam mı yok”, “nesini sevmişim ki ben onun”, aklıma hiç gelmiyor biliyor musun” gibi cümlelerin nasıl peşi sıra sıralandığını, karşındakinden çok kendini kandırma eğilimini nasıl yaşadığını ve bu kandırma eğilimlerinin hemen sonrasından, insan bir başına kalınca, nasılda aklı sadece ona kayar çok iyi bilirim.

Bir sen değilsin işte bunları yaşayan arkadaşım, o dengesizlikler içinde bir sen sürüklenmiyorsun o köşeden o köşeye. Giden gerçekten gittiğini zannediyor, sende kalandan tamamen habersiz, hayatına kaldığı yerden devam ediyor hem de hiçbir şey olmamış gibi ve senin yaptığın tek şey tüm hayatına mola vermek oluyor, acı gelip seni senden etsin diye.

Ama dediğim gibi yalnız değilsin arkadaşım bunu bil! Senin gibi bende yandım yandım kavruldum bu acı ile!

Çünkü AŞK bu arkadaşım nasıl mutlu edeceğini bildiği gibi, acıyı da biliyor ezbere...

Seda Mete

Kırmızı Kemerim Olmadan Asla

Hey millet;

Kadın var ya kadın sevişiyor, öpüşüyor, koklaşıyor ama sevişmiyor, öpüşmüyor, koklaşmıyor gibi yapıyor. O kadar ki; bizler çoğu zaman bırakın bir erkeği arzuladığımızı ya da seviştiğimizi çevremize itiraf edebilmeyi utanmasak seviştiğimizi kendimize bile itiraf etmeyeceğiz.

Nerdeyse çoğumuz, devlet onayının olmadığı her sevişmemizin ardından kendimizi alıp yerden yere vuracak hale geliyoruz. Bizim için sevişmeye karar vermemiz ayrı dert, sevişmemiz ayrı dert. Erkek sevişmenin arkasından yaktığı keyif sigarasını içine çekerken, kadın çoğu zaman aynı sigaraya dert sigarası haline getiriyor.

Peki, kadın ne düşünüyor dersiniz o sırada ya da soruyu şöyle sormak gerekiyor, kadın ne düşünmüyor o sırada. Erkeğin onu kolay kadın bulduğuna hüküm getiriyor, erkeğin onu bir daha görmek istemeyeceğine karar veriyor, kendini basit ve sıradan bir kadın gibi hissediyor, utanmasa ağlayacak hale geliyor hatta. Kendinin bir insan olduğunu, erkek gibi onunda hormonları olduğunu, karşı cinsin arzulamanın gayet insani olduğunu, kadın ve erkeğin dünyaya geliş sebeplerinden birinin sevişmek ve üremek için olduğunu, bu saydıklarımın hepsini unutuyor ve kendini dünyanın en kötü suçlarından birini işlemiş bir varlık gibi hissetmeye başlıyor.

Peki neden;

Çünkü bizlere, belinde kırmızı kemeri ile beyaz gelinliği giydiği ve devletten sevişme onayı aldığı günün gecesinde sevişebileceğimiz, bir erkeği ancak o zaman arzulayabileceğimiz dayatılıyor. O günün öncesinde yaptığımız her sevişme hanemize eksi not olarak yazılıyor.

Çünkü erkek dokunduğu her tenle övünebilirken, hatta bazı çevrelerce sırf bu konu yüzünde eller üzerinde tutulurken, kadının sevişmesi erkeğe göre tamamen ters orantılı olarak kadının yerin dibine sokulmasına, isminin tam önüne hiç istemeyeceği, dillendirmeyeceği sıfatlar gelmesine sebep olabiliyor.

Çünkü erkeğin beraber olduğu kadın sayısının artmasının, onun sağlam erkek olduğunu gösterdiğine ama kadının beraber olduğu erkek sayısının artmasının onun şahsiyetsiz olduğu gösterdiğine inanan bir toplumda yaşıyoruz.

Daha bir sürü sebep ve sonuç ilişki içinde, kadın ve erkek sevişmek yerine genellikle önce savaşıyor, karar verip sevişebilirlerse onu da yarım yamalak yaşıyor, kafalarının içinde birbirleri için hükümler veriyor ve çoğu zaman sevişmenin, birbirine dokunmanın, bir olmanın tadına asla tam olarak varamıyorlar.

Sonuç olarak erkek sigarasını içiyor, kadın vicdan azabını çekiyor, bir masal daha böyle orgazmdan uzak yarım kalıyor.

Seda Mete