ah bu ben!

Bu ben nasılda bilir bir başıma kaldığında ayaklarının üzerinde durmayı, gerektiğinde nasıl doğru cümleler dökülür dilinden, akıl vermekse konu mangalda kül bırakmaz ama bir yandan iki güzel söze, iki güzel göze, iki tatlı hale nasılda tavlandım bir anda..

Aşkı özlemiş kadınlardanım ben, (yok yok öyle demiyim şimdi son yaşadıklarımdan sonra) ben bana gerçekten aşık olunmasını özlemiş bir kadın sayılırım ancak.. Ve bu durumda uzun zamandır kapısına ona gerçekten aşık olmuş bir erkekte gelmemiş kadınlardanım..

Bundan bir süre önce vuruldum ben sol tarafımdan, her şeyin cidden bir rüya gibi olduğunu düşündüm, zira öyleydi de zaten ancak uyanma vakti çabuk geldi.. Uyandım bir baktım ki gerçek dünyadayım, her şey aynı, herkes aynı, tek değişen içimdeki yalnızlık hissini bastıran acı..

Biri sanırsın iç organlarımı söküyor, bana benden yana hiç bir şey kalmamış gibi hissediyorum, sanki giden beni de aldı yanına öyle gitti, ben beni arar oldum, iki günde resmen soldum.. sussam olmuyor, konuşsam hiç olmuyor.. Her şey biraz onu anımsatmasa hiç olmuyor..

Aşk böyle bir şey ama ne kadar güçlü olursanız olun, ne kadar dominant, ne kadar gerçekçi, ne kadar inatçı, hatta ne olursanız olun diyorum, kim olursanız olun Aşk insanın hayatını alt üst edebilecek kadar güçlü bir duygu, o adamı kısacık bir süre yaşasanız da bir ömür yaşamışsınız gibi hissettirebilecek bir duygu.. ve aslında Aşk, tehlikenin ta kendisi insanoğlu için..

Şimdi bir tarafım eksik, zaman kapatacak yavaşça içimdeki yokluk hissini biliyorum, bu sefer hissettiğim diğerlerine benzemese de aynı şekilde tedavi olacağıma inandırmak istiyorum kendimi, tövbeler ediyorum ve biliyorum tutamayacağım tövbelere dönüyor dilim.. Bir çok kızgınım, bir çok üzgün, bir gülüyorsam, on ağlıyorum.. Acıyor

Çıkıp karşısına acı acı sözler etmek geliyor bir an içimden kıyamıyorum, göz ucuyla da olsa onun olduğu yerlere değmeye çalışıyor gözüm, ondan değil aslında en çok şu an kendimden kaçmak istiyorum.. Kim sever ki siz söyleyin Aşk Acısının göbeğinde olmayı, ben benden geçip sürekli ona varma halimden kurtulmak istiyorum, geçsin istiyorum, acımasın istiyorum ama aslında en çok geri dönsün istiyorum..

Kendime her seslendiğimde, yalnızlığımı bu kadar sevmişken, bu kadar sindirmişken ne gerek vardı kapılarını ardına kadar açmana desem de, kendimi yine de iyi ki girdi hayatıma demekten alıkoyamıyorum ve birçok kadın gibi bende Aşk bünyeye girince gerçekten kadın oluyorum..

Mektup

Canım arkadaşım,

Sana o senin söz ettiğin aşklardan var demeyi bende isterdim. O öğlen saati keyifle içmeye başladığımız çayların boğazımızda düğümlenmemesini, bana öyle gözlerindeki şaşkınlık ifadesi ile bakıp kalmamanı, hatta gözlerinin içinin gülmesini isterdim.

Ama ben bizzat bir insana günlerini, yetmedi aylarını, yetmedi yıllarını verdikten sonra, “bizim bir olurumuz yok, ben artık o heyecanda değilim, zaten hiç başlamamalıydık” cümleleri ile kendine resmen silkelenerek gelmeye mecbur bırakılmış biriyim, Bizzat başka biri ile olabilmek için, yukarda bizi yaratmış yüce varlığa yalvarmış ama yine kendi içinde tıkanıp kalmış biriyim.

Senin içinde yazdığın o güzel aşk hikayelerinin birini yaşadığını zannetmiş bir salağım hatta ben. Uykumdan uyanalı çok olmadı, hatta aslında uyanık mıyım ondan bile emin değilim. Ama bu devirde kadın ve erkeğin bir araya geldiği yerlerde, öyle samanlıklar seyran olmuyor arkadaşım, öyle bir insanın göğsüne yatıp eli göğsüne gitmeden uzun uzun saatler geçirilmiyor. Artık bir sekstir geliyor, sevişmelere bile zaman kalmıyor arkadaşım, maalesef olaylar hem erkek tarafında hem kadın tarafında sadece iki bacak arasındaki organ mesafesine indirgenmiş durumda. Her iki taraf topluluklar içinde birbirini suçlayan sohbetler içinde ancak, kimsenin artık o senin içinde yarattığın aşk hikayelerini yaşatası yok.

Üzgünüm arkadaşım; sana, tüm yaşamak istediklerinin gerçek olduğunu, bir gün onları gerçekten yaşayacağını, o aşkın çat kapı geleceğini söylemeyi bende isterdim. Ancak artık bende “AŞK” a dair umudunu yitirenler kervanına eklendim.

Sana umudunu kaybetme demek istiyorum ama dilim damağım kuruyor, aklım bana izin vermiyor. Sen yine de bütün dediklerimi kulağına küpe et ama bildiğin gibi yaşa arkadaşım…

Sda

Tanrı ile pazarlık

Tanrı bana söz verdi
Sağ omzumdaki melekleri ona geri verirsem
seni bir daha düşlemeyeceğim!

İki boynuzun bir çatal kuyruğun üstünde dönecek dünya
Adem yeltenemeyecek bir daha elma çalmaya
bozuk bir plak gibi takılmayacağım ismine
bölünmeyecek tenim yara izlerine

Tanrı bana söz verdi
Sağ omuzumdaki melekleri ona geri verirsem
Bir daha düşmeyeceksin bir gece vakti içime

kurtulacağım içimdeki yanık kokusundan
Havva doğurmayacak yeni çocuklar
düşmeyecek aklımıza AŞK denilen kelime
geçecek, gidecek, iyileşecek
yaramın kabuğu bir daha kaldırılamaz ilan edilecek!

Tanrı sözünde durur dimi?

Sda

Arabeks Havası

Kalemimin ucu bir arabesk kokuyor ki sormayın!

Kafamın içindekileri damlatıyorum ya kağıda, bir okuyorum ki nasıl bir arabesk tadı var yazdıklarımda, nasıl sarmışsa içimi özlem artık içimden yükseliyor çığlıkları.
Az bi dur kadın daha güzeli çıkabilir diyorum ama zihnimde ki cümlelerden de kurtulmak istiyorum. Belki de niyetim onu atmak içimden tüm bunları yaparken
ama sanki mühür basılmış gibi tenime, ruhuma, çıkmıyor o özlemin buram buram kokusu. Birde sinsi bir şey ki görmeyin, nasıl olmadık zamanda, olmadık bir cümle ile ya da bir şarkıda hortlayıveriyor...

Sonra alıyor sürüklüyor, olmadık bir yere bırakıyor ve ordan seyrediyor beni. Sonra silkelenip kendime geliyorum, kaldığım yerden devam etmeye çabalıyorum, bir süre sonra uyum gösteriyor bünyem ortama, sonra tekrar kağıt kalem, tekrar bir şarkı hoopp sürüklendik mi yine aynı yere,ben bilmem ama benden bir parça çok sevdi o çöreklendiğim yeri onu biliyorum.

İşin garibi bende seviyorum o yanımı, atamıyorum, satamıyorum, beleşe hiç veremiyorum.. Buram buram arabeskim dediğim gibi, bakıyorum en son yazdığım yazıya, paragrafa bakın hele...

"sabah uyandığımda huzur içinde uyuyan suretine takılsa gözlerim,
gözlerim orda sonsuz uykuyu tatsa,
dokunur mu o geceden sonra ölüm bana"

Arkadan Selami Şahin söylüyor sanki "özledim teninin kokusunu özledimmmm"

Yine de kocaman gülümsüyorum,arabesk olmayıda seviyorum, ne de olsa kocaman bir sebebi var, uzaklarda aynı gökyüzünü çatı saydığım tepemde...

Ayrılığın Ötesinden!

Derin bir nefes çekip sigarasından, şişmiş gözlerinin arkasından dünyayı, oturduğu masayı, önünde duran kadehi zor seçen insanoğlunun dilinden dökülen son cümle "ben bende değilim onda kaldım" dan ibaretse...

Sakın anlatmayın ona hayatta ondan daha değerli bir şey olmadığını, o an çektiği tüm acıların yok olacağını, bir sabah kalktığında içinde yer etmiş boşlukları gece bıraktığı yerde bulamayacağını...

Bırakın yaşasın acısını sonuna kadar!

Bırakın ağlayabildiği kadar ağlasın!

Bırakın çilingir masasına, bi küfürle bi sevda ile buyur etsin gideni!

Acısını yaşasın ki hissizleşmesin günden güne, ayrılığın ilk sabahında hiç uyanmak istemeyeceği bir yerde uyanmasın, başka tenlerin tuzunu iyileşecek zannedip yarasına basmasın...

Bırakın bir süre barut koksun içinde ki topraklar!

Bırakın kendi gözyaşı ile söndürsün yangınını!

Bırakın dünya dar gelsin, ruhu taşsın taşsın sakinleşsin!

Yaşasın ki ilk gelene açmasın kapılarını, biraz çekingen biraz müjdeci kalsın, kalsın ki yanlış denize açılmasın pupa yelken... Bildiği kadar, istediği kadar yaşasın acısını, bildiğinden fazlasını vermeyin onun ellerine...

Çünkü aşk acısı adamı alıp duvardan duvara vurur, ancak yürek yaralandıkça olgunlaşır, yaralandıkça değişir arayışı, arayış doğru yaren seçmeye sürükler yüreğini...!

O yüzden bırakın aşkını yaşamayı bildiği gibi acısını da yaşamayı bilsin insanoğlu, teselliler değil yaşanmışlık siler aşkın geride bıraktıklarını!

Eğlen Çoş ya da Dur!?

Hayat boş eğlen çoş!!!

Tabi o kadar kolaysa sen eğlen çoş, mümkün mü böyle yaşamak, eğlenip çoşarak sadece gününü gün ederek yaşamak mümkün mü?

Onu bunu, kapı komşunu, sohbet dostunu, karşıdan gelen kadını ya da adamı, sana bön bön bakan oğlanı, bunların hiç biri ile ilgilenmeden yola devam edip. Ertesi gün ödenmesi gereken faturaları, yaklaşan kara kışı, odunu, kömürü, doğalgazı, buzdolabına doldurmayı, yıkanması gereken çamaşırları, kazanılması gereken paraları, dibi gelen saçlarımızı, alınması gereken kaşlarımızı takmadan yaşayabilir miyiz?

İnsan evladı arkasına bakmadan akıllanmaz, önüne bakmadan da duramaz.

Hayat gerçekten boştur aslında, yaptıklarının, yediklerinin, içtiklerinin, söylediklerinin ve bıraktıklarının sen toprak olma yoluna girdikten sonra hatırlanma, paylaşılma, dilden dile gezme süresi ne kadar olabilir diye takılmanın da hiçbir anlamı yoktur aslında.

Çünkü, ben söyleyeyim sizlere bunun sebebini, birkaç gündür herkesin kendi hayatına, kendi yoluna dönme süresi, ilk zamanlar sıkça aklına geldiğin yakınların bir süre sonra anca yıldönümü ve özel günlerde hatırlamak üzere programlıyacaklardır kendilerini, ismin öyle sıkça söylenmeyecektir orda burada, dost sohbetleri, düşman raksları arasında. Hitler, Charlize Theron, Tarkan gibi gibi kıvamlarında bir hayat yaşamadıysan tabi eğer…

Aslında o yüzden kendin için yaşamak, eğlenip çoşmak, dozunu kaçırmadan sadece kendin için bir şeyler yapıyor olmak, hayatına böyle devam etmek en iyisidir aslında.

Ancakkkk olmaz olamaz diğerleri olmadan yaşanamaz…!

Başkaları için giyinerek, başkaları için süslenerek, başkaları için uslu durarak, başkaları için sevişerek ya da sevişmeyerek, herkesin gittiği yerlere giderek, kimsenin gitmediği yerlerden uzak durarak yaşamak insanoğlunun boynunun borcu, kapısının kulpudur.

Ve aslında dün vardın, bugüne devam etme ihtimalin hiç kesin değil, yarın ise tamamen muallak ama insanoğlu işte o ne der demeden, bunun için bir şey diyemeden ölürse yazık edeceğine inanmıştır bir kere kendine!

Eeee böyle yaşarken kolay gelsin hepiciğimize!

Anlamlar Sıfatlara Karışır...

İki kaşımın ortasında çıkan sivilceyle oynayıp duruyorum sabahtan beri ve ona bir anlam yüklemeye çalışıyorum.

Aslında biliyorum tamamen son dönemde cildime adam gibi bakmadığımdan hortluyor bu sivilceler ama işte illa bir anlamı olsun istiyorum.

Avucumuzun içi kaşınınca para gelir ya hani ya da ayağımızın altı kaşınırsa yola gidecek oluruz hani burada ki sivilce de tam kaşımın ortasından biri beni vurmaya hazırlanmıyor anlamına mı geliyor acaba?

Hayır, yok böyle bir anlamı varsa ben sokaklarda gezinirken az biraz daha dikkatli olayım da
yemiyim iki kaşımın arasından domdom kurşununu!!!

Neden böyleyiz biz. Gereksiz durumlara anlamlar, gereksiz insanlara sıfatlar yapıştırmaya çok bi meraklıyız, gerçekten herkes can ciğer arkadaşımız mı mesela ya da herkes sevgilimiz olmayı başarabilir mi?

Dostum dediğiniz kaç insan elini gerektiğinde sizin için taşın altına koymuştur, yoksa artık dostluklar sadece karşılıklı dinlemeler, dert yanmalar, akıl danışmalar yaptığımız insanlar mı?
Eskiden insanlar dostlarına eşlerini, sevgililerini, hayatlarını, paralarını emanet ederlermiş hayatınızda ki kaç insana gerçekten bunları emanet eder, gözünüz hiç arkanızda kalmadan gidersiniz gitmeniz gereken yola?

Yok ama herkesin bir sıfatı olmalı bizim için. Hatta onların kendileri için taktıkları sıfatları kendimiz için bile sahiplenmeli, onları kabullenmeli ve yaşamalıyız.

Baktık sevgilisiz kaldık “olmaz olamaz” nahraları eşliğinde, kolunuza ilk taktığınız adamı daha içinizden geçenler hoşlanmamı onu bile bilmeden çevremize sevgili olarak tanıştırabilme kapasitesi içindeyiz.

Yahu “sevgili” lafı özel bir kelime öyle her önüne gelene söylenir mi? Hay çeneniz tutulsun bunu yaparsanız eğer emi demeyeceğim tabi demem çünkü bende aynı haltı yedim zamanında.

Her şeye bir anlam yükleme çabamız yüzünden anlamsız, sıfatlarımızı bol keseden dağıttığımız için sıfatsız kalıyoruz bazen, birde inanıyoruz o anlamlara, kondurduğumuz sıfatlara sonra yiyince bir tekme bir yara bandı kapatabilecekken yaramızın üstünü, tedavilik oluyoruz onun bunun yollarında.

Her şey bu kadar kolay değil anlamlarını da sıfatlarını da kazansın insanlar da olaylar da sizden üç kuruşa almasınlar beş köfte. Sonra olmadık zamanda ne düşün onun bunun diline ne de bir başkası düşürsün sizi ele ya da dile.

Kızarırım hatta kızarım ben kendime!

Hayy bin kunduz aşkına!!!

Neler oluyor yine, alt üst olduk birden!!!

Gizemli kadın olabilecek miyim ben?
Az biraz şu çenemi tutabilecek miyim acaba?
Ne oluyor insanlar senin hakkında her şeyi bildiklerinde?
Ne kadar sürüyor ohh anlattım rahatladım huzurla uyuyabilirim durumları?

Şimdi adam senin nerde olduğunu biliyor, ne yaptığını biliyor, duygularının hepsinden haberdar peki sonuç KOCAMAN BİR BOŞLUK.

Aklımı başıma devrişemiyorum ben, tam ağzımdan çıkacak 1500 tane kelime varken susma gereği duyuyorum ya da en susmam gereken zamanda resmen kafa ütülüyorum.

Al bu kafayı vur duvarlara, vur, vur ki kırılsın valla billa kırılsın, kırılsın da bunları hatırlaman için bir daha tamir olmasın inşallah!

Ay bak yine kendime sövüyorum, karşımdakinin hiç hatası yokmuş tavrına bürünüyorum ama şimdilik ona kıyamıyorum bir gün kıyarsam fena kıyacağım ama onu da biliyorum…!!!

Kadın milleti yapmayın, az dölek durun, az sessiz kalın, öyle içinizdekini dışınıza çıkarmayın, çıkarmayın ki değeriniz bilinsin valla da billa da, bir sessiz olun ki karşı taraf kıvransın acıkta, benim yaptığımdan uzak durun, yazarın yazdığını okuyun yaptığını yapmayın hatta.

Şimdi ben az gidip derin nefes alacağım uygun biryerde, az biraz kafamı toplayacağım bu gece, sonra belki bir mail döşerim ya da hiç açılmayacak bir telefon numarası çeviririm ama bu sefer sessizce.

cuma dökülmesi!

Müşterek bir hayali paylaşamadığımız için ne kadar kızabilirim ona?

Müşterek midir hayat peki gerçekten?

Herkes birbirini pembe yalanlar ile kandırırken ve sonra o pembe yalanların rengi mora çalarken ben artık güvenemiyorum insanoğluna.

Ben senin için dağları delerim diyen Ferhatlardan yok artık ya da sırf sevdiğinin öldüğünü düşündüğünden hiç çekinmeden kendini zehirleyen Julietlerden de kalmadı elimizde…

Herkes önce kendi totosunu kurtarma derdinde, aşkta bile bencil, düşüncesiz, umursamazız artık!

Kendi hayat oyunlarımızın içine birini alamayacak, başka birinin sorumluluğunu kabullenemeyecek kadar kendi hayatlarımızın içinde boğulmuş durumdayız. Önce ben, önce benim isteklerim demekten fazlasını yapamıyoruz artık.

Geçtim bir sevgiliye sahip çıkabilmeyi ki zaten bu herkesin harcı değildir. Biz arkadaşlarımıza bile sahip çıkamayacak, yeterince onların yanında olmayı beceremeyecek kadar benciliz, “önce bennnnnnnn” diye bağırıyor içimizdeki insan evladı.

Ve biz hayatımıza sahip çıkmaya çalışırken ve aslında hayatımızdakilere sahip çıkmakken ilk önemli olan hani çünkü paylaşmadan olmayacağından, paylaşmayı beceremeyişimizden tökezleyeceğimizden hep kaçırıyoruz aslında hayatı bir yerinden.

Boğulacağız kendi denizlerimizin içinde tek başımıza ve merak ediyorum musalla taşına uzanmış bedenimizin arkasından kaç kişi gerçekten HELAL edecek hakkını, kaç kişi başkalarının gözyaşlarını taklit etmekten kaçıp gerçekten ağlayacak giden bedenimizin arkasından!

İşte o günleri aslında hiç göremediğimizden, aklımıza geldiğinde kovuşturduğumuzdan kocaman egolarımızın kocaman sularında yüzmekteyiz bir başımıza.

Ve sular çekilecek bir gün inanın bana, kalacağız çıplak bedenlerimizle tam ortada!

Sevda.mız

kaçımızın kalbine düşmüştü aynı kor
kaçımız tutuşmuştuk birbirimize belli etmeden
aynı kavruk sıcaklığın içinde
farklı cümlelere binerek uçuruma sürüklendiğimiz duygu belkide birbirinin suretiydi sadece
biz farklı derken
bir köşede aynı trajedi
farklı yüzlerde, farklı tenlerde, farklı gözyaşlarıyla
tekrar tekrar hayat buluyordu
bizim duymadığımız çığlıklar eşliğinde...
kimse isteyerek dillendirmedi aşkını belkide
bildiği kuyularda boğarken kendini
herkesin sesi farklı çıktı ama
hep gideneydi yankıları
"beni bırakma"
"beni terketme"
"bize bunu yapma"
hangisiydi dilimizden dökülen son cümle
kimi gidendi
kimi kalan
bazen gidendik
bazen kalan
küfür kafir sofralar kurduk kendimize
aşka boyandık aşktan kurtulmak isterken kadehlerde
elimizin, gözümüzün yettiğinceydi aslında sevdamız
ama biz onu hep sonsuza yorumladık kendi dilimizce
kendi kendimize yettiğimizce

şimdi kim giden
kim kalan
sevdamıza zincir vursak
kalır mı bizimle?

Derinlerden Gelen Ses

Zordur iç sesini dinlemek!

O söyler sen susturursun, o anlatır sen başka seslere kapılır gidersin...

Dirayetlidir iç sesimiz, susmak nedir bilmez, bazen biraz yorulur bir soluklanır ama sonra şakımaya devam eder, parmağıyla gösterdiği her şey gerçeğin ta kendisidir, insanoğlu gerçeklere pek gelemez ama!!!

Gerçekler genelde acı biber etkisi yapar bünyede hatta isot etkisi ne kadar kaçılırsa o kadar iyi gibi gelir insan evladına, aslında gerçekle ne kadar geç karşılaşırsanız canınız o kadar fazla yanar fakat bunu hiç hesaba katmaz insanoğlu.

Gerçeklerden kaçılmaz zaten o öyle yapar böyle yapar karşınıza dikilir aynı iç sesinizden kaçamadığınız gibi onlardan da kaçamazsınız!

Sınırlı çalışmaya adapte ettiğimiz aklımız iç sesin anca bir rivayet olduğuna bile inanır bazen "yoo benim bir iç sesim yok" diyene de rastlanmıştır. Halbuki tam bu sırada bile iç ses ben buradayım diye nırıldanmaktadır, biz ancak o şarkılar mırıldanırken dinleriz!

İnsan kaçamaz kendinden, iç sesinden, kaçmaya çalıştığı hep kendisidir bilemez önce kendinden kaçamayacağını zanneder ki gitse farklı bir şehire, bir başka denize yelken açsa en uygun rüzgarla değişecek herşey, iç sesimiz bizim en uygun rüzgarımızdır halbuki!

ve onu susturdukça hep yanlış denizlere mahkumuz!!!